Bu yaşıma kadar üç öğün, dört mevsim soframdan hiç eksik etmediğim acı biberi nasıl sevdiğimi anlatayım: Güne, kahvaltıda ekmeğe sürerek yediğim acı Antep biber salçası ile başlarım. Diğer öğünlerde tazesini yemeklerin yanında ısırarak yerim. Kışın kurusu, turşusu derken acı bibersiz sofraya oturmam.
İlginç Diyalog
Acı pul biber almak için bir dükkâna girdim. Kırk kırk beş yaşlarında bir müşteri ile satıcı arasında geçen konuşmaya tanık oldum. Müşteri:
“Geçen ki aldığım pul biberden daha acısı yok mu?”
“Var abi. Aha şu kırmızıbiberden çekelim en acısı budur. Nerelisiniz?”
“Antepliyim. Bizim orada lezzetli acı biberler olur. Evde o biberden bitti. Bazı biberlerin acısı lezzetsiz olur. Ben o tür biberlere ‘gâvur acı’ derim.”
“Tahmin etmiştim. O zaman bundan vereyim; gâvur mu Müslüman mı ye de bir bak abi.”
“Biliyor musun? Ben acı biber yeme şampiyonuyum. Zaten ondan başka hayatta başka birinciliğim olmadı.” Bu sözlerine güldüm ve söze girdim:
“Öyle demeyin beyefendi ilk birinciliğiniz milyonlarca sperm arasından yumurtayı delmenizle olmuş.”
“Yok. Abi ben birinci olamadım. Tek yumurta ikiziyim. O sayılmaz.” (Ne şakacı adammış? Şakacı oluşunu da acı biber yemesine borçlu olmalı…)
Acı biberin ne gibi faydaları var?
“C vitamini, beta karoten ve de antioksidan bulunmasından dolayı acı biber, vücudu kansere ve de kalp krizi riskine karşı korumaktadır. Dolaşımın hızlanmasında etkili olup felç geçirme riskini de en aza indirmektedir. Düzenli bir şekilde acı biber tüketimi, midedeki mikroorganizmaların ölmesinde etkilidir” diye yazmış Google.
“Hele, ben, ondan hem sağlıklı hem zayıfmışım. Ömrüm boyunca zayıf olmamın nedeni yediğim acı biberlermiş meğer. İnsan zayıf olunca karşıdan bakanlarda beslenme yetersizliği çekiyordur, yoksul biridir; yazık! İzlenimi vermesinden dolayı son yıllarda ekmek, makarna tüketimimi artırdım da zavallı görünmekten kurtuldum.
Bu yaşıma kadar bir tır dolusu acı biber tükettiğimi tahmin ediyorum. Hep acısından yerim. Tatlıları; hele çarliston cinsi biberler bana naylon yiyormuşum hissi verir.”düşünceleri aklımdan geçtikten sonra Antepliye döndüm:
“Ben de kendimi bildim bileli acı biberi severek tüketirim. Sizin gibi acı eşiğim çok yüksektir. Daha acı olanı arar dururum.” İkimize de birer kilo acı pul biber tartan satıcı:
“Abilerim sizin gibi acı yiyen görmedim.” dedi. Bu tür özendirici sözler beni kamçılar. Antepliye döndüm:
“Sperm dönemimi saymazsak benim de hiç birinciliğim olmadı şu hayatta. Gel yarışalım. Seni yenersem benim de ikinci birinciliğim olmuş olur” dedim. Önceki gelişimde horoz dövüşüne meraklı olduğunu söyleyen satıcı iki dövüş horozu yakalamanın sevinciyle:
“Yarışın. Ben hakem olayım. Kazanandan biber parası almam.” dedi. Bu özelliğimin bir gün işime yarayacağını biliyordum. Yarışmak istediğimi söyledim. Antepli bana dönerek:
“Nerelisiniz abi?” diye sordu. Memleketimin onun elini güçlendireceğini, kolay lokma sanıp gafil avlanacağını sezmenin sevinciyle:
“Yozgatlıyım.” dedikten sonra yüzüne baktım; yüz ifadesinin ellerini ovuşturduğunu gördüm. Memleketimi öğrenince kolay lokma olduğumu anlayan Antepli:
“Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” dedi. Rakibi psikolojik olarak önceden yıkmak gerektiğini bildiğimden;
“Bak Antepli bu acı biber pilava benzemez. Kaşığın kırılırsa ben karışmam.”
Psikolojik Savaş Sürüyor
“ Yozgatlı mı beni yenecek bırak allasen!” derken onun da benim taktiği uygulamaya koyduğunu anladım.
“ Öyle deme; ummadığın taş baş yarar, derler.” diye yanıtladım.
“Hadi hemen başlayalım.” dedi.
Araya giren Google devam etti: “Kristof Kolomb tarafından(1492- 1504) Amerika kıtasından İspanya’ya gelen biber, Fas üzerinden Mısır’a buradan İskenderun yolu ile İstanbul’a kadar ulaşmış. Ana vatanı Güney Amerika olarak kabul edilen acı biberden, ilk olarak bugünkü Meksika, Şili ve Peru’nun olduğu bölgelerde 14. yüzyıllarda yaşayan Azteklerin yazıtlarında söz edilmiştir.” Google’ın zihnimden çekilmesinden sonra yanıt verdim Antepliye:
“Başlarız kolay hele beni bir dinle. Acı yiyişimi anlatayım. Bir gün Urfalı bir arkadaşla yarıştık. Evime konuk olmuştu. Pazardan aldığım biber çok acı çıkmıştı. Onu can erik yer gibi yiyor, çok mutlu oluyordum. Urfalı da senin gibi hava attı. Yarışalım, dedim kabul etti. Ev sahibi olarak ilk ben başladım. Biberi kıtır kıtır yedim, izledi. Yüzüme baktı hiçbir rahatsızlık belirtisi göremeyince tüm biberi ağzına attı başladı çiğnemeye. Çiğnedikçe yüzünün renginin önce pembeye, sonra kırmızıya sonunda mora döndüğünü gördüm. Biberi yedi bitirdi. Acı çeken bir yüz ifadesiyle ve zorlukla: “Berabere kaldık” dedi. Kısa bir süre sonra: “Ben artık eve gideyim” deyip çıktı. “Dur hele daha çay içecektik” dememe aldırış etmeden merdivenlerden koşar adım indi. Onu balkondan izledim. Sokakta bir süre hızlı hızlı yürüdü. Uzaklaştığını, benim izlemediğimi düşünmüş olmalı ki evine doğru koşmaya başladı. Koşarken arada bir duvarlara tekmeler savurması yarışmayı kaybettiğinin göstergesiydi.” Antepli:
“Nerden biliyorsun dayanamadığından dolayı koştuğunu ve duvarlara tekme attığını? Belki her zaman öyle yürüyor; koşuyor ve duvarlara tekme atıyordur.”
“Biliyorum çünkü arkadaşım olgun yaşta bir öğretmendi ve öğretmenler sokakta durduk yere koşmaz ve duvarlara tekme atmazlar. Ona o hareketleri yaptıran acı biberin verdiği bunalımdı.”
Ahmet.kocak16@hotmail.com
