Anasayfa / Güncel / BAĞ BEKÇİLERİ

BAĞ BEKÇİLERİ

Sarıkaya’da ortaokulda okuyoruz. Arkadaşlarla bir hafta sonu tatilinde bahçeliklerdeki söğüt, kavak ağaçlarının altında avare dolaşırken arkadaşlardan biri:
“ Hadiyin lan uşaklar Ilıksuyun bağlarına gidek. Kayısı çalak” dedi. Öneriyi herkes beğendi.
Babamın Hasbek’te memur olması nedeniyle beni herkes Hasbekli biliyordu. Aslen Ilısu’dandım ve köyde bizim de bağımız vardı. Giderken onlara;
”Bahın hele uşahlar, biliyonuz mu ben Ilıksuluyum. Bizim de bağımız var. Bizim bağa gideriz. Bekçi bize bir şey dimez.” desem de kimse inanmadı; yalan söylediğimi, hayal kurduğumu düşündüler.
Bağlara vardığımızda birbirine dil çıkararak,
“Ahmet haydi lan bizi, sizin bağa götür de bekçiden dayak yimiyek.” diyerek benimle eğlendiler. Ben de bizim bakımsız bağa ve bizim bağa bitişik dedemlerin on dönüme yakın bağı ile yine devamında olan on dönümlük kayısı ağacı olan bağa götürdüm;
“Bu bağ bizim yiyin uşaklar” dedim. İnanmasalar da ağaçlara çıkıp acele ceplerine; sarı, yeşil, iri, küçücük, hamura dönmüş, sert damarlı, çillerle kaplı ayırt etmeden kayısılardan doldurmaya başladılar. Hiç yemeden, önce acele ceplerimizi, koyunlarımızı doldurarak ağaçlardan indik. Sarıkaya’ya doğru yöneldik. Nereden geldiğini anlayamadan bekçi birden atıyla yanımızda bitiverdi.
“Durun lan kafirin uşa! Yamacımda sıraya girin” korktuk hemen yan yana sıraya geçtik.
“İpdi ceplerinizi yere boşaltın baayım.” diye kükredi. Kamçısını atın üzerindeyken havaya savururken ‘cıvvv! Cıvvv’ diye sesler çıkarması bizi iyice kabuğumuza soktu. Kamçı seslerinden ürken atı şaha kalktı. O görüntü, tarih kitabımızdaki Fatih’in İstanbul’a girişini anlatan beyaz at üzerindeki resmini aklıma getirdi. Kamçıyı sırtımızda hissedip ürperdik hepimiz. Attan indi. Kayışını koluna doladığı atıyla yaklaştı. Atın burnunu temizlerken çıkardığı ses hepimizi sıçrattı. Önümüze attığımız tüm kayısıları ayağı ile ezdi. Sıra bize kamçı ile dayak atmaya geldiğini anladığımda;
“Bekçi emmi bu bağ bizim. Sen ne karışıyon ki?” dedim. Erol Taş gibi kafasını arkaya atarak kahkaha ile güldü,
“ Yalan söyleme layn! Sen bizim kooden dağalsin. Öyle olsan ben bilmem mi?”
“Vallaha! Yimin iderim. Ekmek, Guran çarpsın ben Hasan Ağa’nın torunuyum. Bura da dedemin bağı. İstersen git gendine sor?”
” Senin babayın adı ne?”
“Rasim.”
“Pehi, emicelerinin adın say da sağa inanıyım.”
“ Tahsin, Abdullah, Asım, Naci…”
“Tamam, yiyenim sağa inandım. Dimek İrasim’in oğlusun. Sen gendin gelip yiseydin. Bu gader zibidiyi getirmeseydin. Seni dedene şikaat idecaam. Ahmet’e dua idin. Hadi şincik defolun gedin. Sizi bi da buralarda görmeyim. Yosam hepinizi gebertirdim! Hepiciğinizi gamçıynan dört döndürürdüm ya niyse.” dedi. Bizi dövmedi ama dövmekten beter etti.
Tabi hiç birimizde moral kalmadı. Arkadaşlarım benim Ilısu’dan olduğuma inanmışlardı ama hiçbir yararını görememiş, bir tane bile kayısı yiyememişlerdi. Böyle Ilısulu batsındı…
Canımız sıkkın, kös kös ilçeye doğru yürüdük. Biri:
“Keşke daldaykene bir iki dene yiseydik iyiydi ya niyse…” diye sızlandı.
Karakol çavuşundan korkmaz bekçilerden korkardım. Bir suç işleyip karakola alsalar çavuş, kanun kitabına bakar hangi ceza verilmeli diye araştırır, hafifletici nedenlerle birlikte vicdanını da işin içine katarak size az ceza vermeye çalışırdı veya mahkemeye sevk ederdi. Bekçilerin uyacakları bir kanun kitapları yoktu ve ezildikleri oranda sizi ezerlerdi. Bekçiler aslında köyün en yoksulu, garibanıdırlar. Muhtarın ve diğer köylülerin yanında kafasını sahibinin ayağına süren kediler gibi uysal olurlardı. Yakaladıkları çocukları acımasızca döverler, kendi ezilmişliklerini tatmin ederlerdi.
Yine bir keresinde Hasbek’te yaz tatilindeyken Hacı Yusuf diye çağırdığımız arkadaşım Yusuf Öztürk’le gezerken Yusuf:
“Ahmet usandık hiyerif hadi bağlara gidek de gaysı yiyek.” dedi. Bizim köyün bekçisinden gözüm korktuğundan olsa gerek gitmek istemedim. O köyün bağ bekçisi de esmer, iri yarı bir adamdı.
“Ben gitmem Hacı Yusuf. Sen git. Gara bekçi bizi döver.” dedim.
“La aslanım bizim bağa gidek diyom. Neden gorhuyon ki? Hem bekçi ne garışıyomuş bizim bağa. Gel gorhma gidek.” dedi. Düştük yola.
Bağlara vardık. Bir bağa girdik. Hacı Yusuf:
“Bura bizim bağ. Hadi sen şu ağaca çık ben buna.” dedi ağaçlara tırmandık. Başladık türküler söyleyerek, konuşarak kayısı yemeye. Beş on dakika geçti geçmedi sesimizi duyan bekçi geldi. Başladı bağırıp çağırarak ağaçların gövdesine kalın sopasıyla vurmaya.
“İnin aşşa kafirin uşa! Hırhızlık yapmıya utanmıyonuz mu? Sizi gebertecaam!” dedikçe bir Hacı Yusuf’un ağacın altına bir benim olduğum ağacın altına gelip bağırıp çağırıyor sopasını vurmaya devam ediyor. Adam iri yarı, acımasız da biri (Bağda yakaladığı çocukları döverdi. Aslında bağ dışında şakacı bir adamdı. Şaka mı yapıyor, ciddi mi söylüyor pek belli olmazdı.) Sopa menzilinden uzaklaşmak için kaplan görmüş maymunlar gidi yukarılardaki ince dallara doğru tırmandık. Hacı Yusuf yukarıdan bağırdı:
“Bekçi dayı niye ookeleniyon ki? Bu bağ bizim. Ben Hacı Yusuf’um. Ötaa ağaçdaki de arkadaşım Ahmet.”
“Lan beni masimiyonuz mu? Bahın aşşa inin yosam zopayı koteler(atar) sizi cırrıh cücüü gibi aşşa düşürürüm.” Ağaca tırmanamıyor ama elindeki sopasını yukarı atıyor ki değsin de aşağı düşelim. Bir yandan da bağırıyor;
“Ben senin Hacı Yusuf olduunu nirden biliyim? Yarpahların arasından goremiyom. Aşşa in de gorüyüm.”
“He aşşa iniyim de do ile mi? İnmem. La vallaha ben Hacı Yusuf’um diyom inanmıyon mu?” Bizi epeyce korkuttuktan sonra halimize kahkahalarla gülmeye başladı.
“Hadi inin aşşa yiyenlerim. Ben, size şaha ittim.” dedi de aşağıya indik.
Bekçi çok şakacı bir adamdı. Kahvede insanları gülmekten kırar geçirirdi. Bağlara gidince adama bir şeyler oluyor delileniyordu. Bir gün bir kaç arkadaşla yol üzerinde kahvesi olan “Nuru dayı” dediğimiz Nuri dayının kahveye oral et içmeye gittik. Kahvede birkaç yaşlı adam vardı. Derslerimizin nasıl olduğunu falan sordular. Derken bağ bekçisi girdi kahveye. Bizim kahvede olmamızdan hoşlanmadığı yüzünün düşmesinden belli oldu. Müstehcen şakalar yapamayacağını anlayınca yanımıza oturdu. Bir yandan da kalçası ile bizi itekliyordu. Oral etlerimiz bitince sesli gaz çıkardı. Hepimiz gülüştük.
“Şunnara bah hele hemi gaz çıharıyor hemi de gülüyo derbiyesiz, sıracalılar. Hangınız yaptı lan bu gabahati diyin hele?” demesin mi? Utandık kıpkırmızı olduk ama kahvede oturmayı sevdiğimiz için dışarı da çıkmak istemiyoruz.
“Lan siz heç utanmıyonuz mu? Bah daha oturuyorlar utanmazlar. Çıhın bayim dışarı! diye bağırınca koşarak kahveden dışarı attık kendimizi.
Hey gidi günler hey! Ne insanlar geldi geçti…
ahmet.kocak16@hotmail.com

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

HER GÜN SICAK İFTAR YEMEĞİ BELEDİYEDEN

Sarıkaya Belediyesi Ramazan ayı dolayısıyla ilçemiz emekliler lokalinde iftar çadırı kurarak ihtiyacı olan ailelere toplu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.