“Türkmen evine bir ‘Ermiş’ konuk olur. Köy halkı toplanıp ‘Ermiş’in sohbetini dinlerlerken, göstereceği kerameti de merakla beklerler. ‘Ermiş’ gözü kapalıyken, ‘hoşt!’ diye bağırır. Bu bir keramettir derler ve sorarlar:
“Hoşt’ dediniz, sırrı nedir?” ‘Ermiş’, dinleyenleri göz ucuyla süzer ve derki;
“Bir köpeğin Kâbe’nin duvarını kirletmeye niyetlendiğini gördüm, ‘hoşt’ diye kovaladım.” Evin hanımı da oda kapısının eşiğinden dinler. Sohbet biter, sofra hazırlanır, herkese üzerinde et olan pilav gelir ama ‘Ermiş’in pilavı etsizdir. Bir tabağa bakar, bir ev sahibine bakar;
“benim tabağımda neden et yok?” diye sorar. Ev sahibinin hanımı gelir, pilav tabağını ters çevirir, altından etler çıkar. Elindeki kepçeyi, ‘Ermiş’in başına hafifçe vurur ve;
“pilavın altındaki eti göremedin de, Kâbe’deki iti nasıl gördün?” der.” Gülmece bittikten sonra gülen Rıdvan’a doğru baktım;
“Ben de ermiş gibi etlerin altındaki ekmekleri göremedim. Taşı gediğine iyi koydunuz. Öyle yapmayı ben de severim söyleşilerimde.” Çaylarımızı içerken;
“En son atın ölmüş, ortada kalmıştın. Devam et lütfen. “
“Evet. Atım ölünce heybemi omuzuma attım köy köy gezmeye devam ettim bir süre. Biraz para biriktirdim. Hayvan pazarına gittim. Biriktirdiğim para atın parasının yarısı kadardı. Bir tanıdığa “yarısını sonra versem olur mu?” diye sordum o da kabul etti. Genç bir at aldım. Artık bana yol mu dayanır?” Araya girdim;
“Anlatımın çok güzel kültürlü birine benziyorsun. Tahsilin nedir Rıdvan?”
“İlkokulu bitirdim. Çok kitap okurum ondandır. Bu biraz zorunluluktan oldu. Köyümüzün öğretmeni gençken bana kitaplar verirdi okuyayım diye. Yalnız insan boş zamanlarında ne yapar? Boş boş da durulmaz ki? Köylere giderken de yanımda kitap götürür okurum. Zamanla bu bende tutku haline geldi. Bir de ‘çok gezen bilir’ derler ondan da olabilir. Gerçi kör atın kazık etrafında dolandığı gibi aynı köyleri geziyorum; çok gezmek sayılır mı bilemem. Kitapların fiyatları da -her şey gibi- çok arttı. Alamıyorum. Eski okuduklarıma yeniden başladım.” Yine araya girdim;
“Hani eskiden yaşlı adamlar ceplerine şeker doldurur gördüğü çocuklara verirdi ya, ben de yanımda kitap bulunduruyorum. Okumayı seven biriyle karşılaşırsam imzalayıp hediye ediyorum. Sana da hediye edeyim” deyip Kırmızı Pantolon kitabımı imzalayıp uzattım. Çok şaşırdı:
“Ne güzel! Ben bir yazarla mı konuştum şimdiye kadar?”
“Evet. Altmışından sonra yazmaya başlayan, geç kalan bir yazar.”
“Bu, fakirhaneme girecek ikinci imzalı kitap olacak. Birincisini hemşerim Rıfat Ilgaz vermişti. Adı Karartma Geceleri. Çok severim o kitabı. Bunu da severek okuyacağımdan eminim. Çok naziksiniz. Teşekkür ederim.”
“Adresini şu kâğıda yaz da öbür kitaplarımı da imzalayıp kargo ile göndereyim Rıdvan.”
“Çok teşekkür ederim.”
“Köylerde geçirdiğin bir turunu anlatır mısın?”
“Aldığım bu giysileri iki çuvalı birleştirerek yaptığım iki heybeye doldurur ata yüklerim. Ata giderken binmem, dönüşte binerim. Bir köye girerim köyün içinde olan her zaman durduğum, yabancı misafirler için yapılmış bir odanın önüne sergimi serer giysileri üzerine dizerim. Öğle yemeğimi o odanın sahibi verir. Köyden çoğunlukla kadınlar, bazen erkekler gelir alırlar. Parası olmayana veresiye veririm. Fiyatını atımın yemi, yol param, diğer masraflarım ı koyarak belirlerim. Öğleden sonra başka bir köyde genelde gecelediğim bir odanın önüne sererim. Oda sahibi beni ve atımı konuk eder. Akşam yemeğimi, sabah kahvaltımı; atımın yatacağı yeri, yemini de verirler sağ olsunlar. Eskiden daha çok nüfus ve daha çok misafir odası vardı. Şimdi köylerde bir iki oda ya var ya yok. Ben de olmasam odalar pek işe yaramayacak. Sabah kahvaltımı da yaptıktan sonra başka bir köye giderim. Çevre köyler beni sever ve sayarlar. Yoksul çocuk ve kadınlara beğendikleri giysileri bedava veririm. Onlar da altında kalmayıp yumurta, ekmek, peynir gibi şeyler vererek karşılıksız bırakmazlar. Çok ucuz verdiğim için bir turda bitiririm.
Eve gelir bir hafta dinlenirim. Köylerden verdikleri ekmek ve yiyeceklerle idare ederim. Gençken bir gün dinlendikten sonra ikinci tura çıkardım. Şimdi yaşlandım bir hafta dinleniyorum.
İkinci turdan sonra elimdeki giysiler bitmişse yine şehirlere giderim.
Kış mevsiminde havalar uygun olduğu zamanlarda tura çıkarım. Yağmura, kara yakalanırsam heybelerin üzerine sergi naylonunu örterim. Boş kaldıkça dere kenarlarından ot biçer kuruttuktan sonra atım için samanlığa doldururum.
Evimiz eskiden köye bitişikti. Komşular öldükçe, şehre göçtükçe babadan kalma evim köyden iyice uzaklaştı. En yakın komşu iki yüz metre uzaklıkta kaldı.”
“Rıdvan kalacak yerin var mı? Yoksa seni konuk edeyim.”
“Sağ olun. Eksik olmayın. Bir köylümün evinde kalıyorum. O da birazdan beni almaya gelir.” Bir adam geldi,
“Rıdvan amca işlerini bitirdiysen seni götüreyim.” dedi. İçimden “iti an çomağı hazırla” sözü geçti. Olayımıza hiç uymuyordu. Daha çok kötü insanlar için söylenirdi. Gelen adam iyi biriydi.
“Sayın hocam her şey için çok teşekkür ederim. Sizi tanıdığım için bahtiyarım. Hoşça kalın!” diyerek dostça tokalaştık. Kırk dakika söyleştiğim adamla kırk yıllık dost gibi ayrıldık.
ahmet.kocak16@hotmail.com
