Zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması ile tüm ilkokullar ortaokullarla birleşip İlköğretim okulu adını aldığı ilk yılda branş öğretmeni sıkıntısı yaşanınca bazı derslere ilkokul öğretmenleri girmişti. Ben de İngilizce öğretmeni gelene kadar dört ve beşinci sınıfların İngilizce derslerine girdim. Bir kaç ay sonra branş öğretmeni gelince bıraktım.
Aysel, İngilizce derslerine girdiğim sınıfların birinden öğrencimdi. Çok bakımlı, tertemiz, güzel bir çocuktu. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Emekli maaş aldığım şubeden maaşımı çekmek için kuyrukta beklerken genç, güzel, bir banka çalışanı yanıma geldi: “Hocam nasılsınız, beni tanıdınız mı?” dedi. Kendi sınıfımdan bir öğrencim olsaydı gözlerinden tanırdım. Tanıyamadım tabi. Size içten, gülümseyerek gelen birine tanıyamadım demek de zor oluyor. “Buyurun üst kata çıkalım bir kahvemi için” dedi. Sıramı kaybetme ihtimalinden dolayı “maaşımı çekeyim gelirim. Hem cebimde param varken daha güzel konuşurum.” Diye espri yaptım. O da kuyrukta bekleyenler de güldü.
İşimi bitirip üst kata çıktığımda bankada yetkili bir konumda olduğunu gördüm. Çocukluk resimlerini telefondan gösterince anımsadım tabii. Benimle de bir resmi varmış. Çok şık giyimli son sitil makyajlı, film artistleri gibi güzel bir kadın olmuştu. Evlenmiş iki de çocuğu varmış. Ayrılırken: “Hocam lütfen banka ile bir işleminiz olursa, telefon edin veya doğru yanıma gelin sıra beklemeyin.” Diyerek beni kapıya kadar uğurladı.
Böyle ayrıcalıkları sevmem. İşim oldukça sıra numarası alıp işlemlerimi yaptırdım. Rahatsız etmeyeyim, işi vardır diye yanına da uğramadım. O beni sırada gördükçe yine çay kahve içmeye davet etti. Başka bir şubenin müdiresi olduğunu duyunca bir çiçek alıp tebrik etmeye gittim. Çok mutlu oldu; “hocam görüyorsunuz odam çiçeklerle dolu. En kıymetlisi sizin çiçeğiniz.” Dedi o da beni mutlu etti
Bir akşam Kovid aşımı oldum yürüyerek eve doğru giderken karşıdan müdire hanımın geldiğini gördüm. Paspal giysiler içinde başına da allı çiçekli bir baş örtüsü takmıştı. “Kızım Aysel bu ne hal? Sen hep süslüydün ne oldu bir felaket mi yaşadın?”
“Yok hocam her şey yolunda merak etmeyin. Arabam şurada buyurun sizi evinize bırakayım.” Dedi. Baş örtüsünü çıkardı. Kıvır kıvır sarı saçlarını ahenkle dans ettirip topuklarını yere vura vura arabasına doğru birlikte yürürdük. Son model bir Passat arabası varmış. “Ev yakın istemem sağ ol zahmet olur” dedim. Israr etti kıramadım. “Bu temizlikçi gibi halin ne süslü Aysel? İşten mi attılar yoksa?” dedim. Suç üstü yakalanmış bir hali vardı. Çocukluğundaki gibi yüzü düştü: “Her şey yolunda hocam merak etmeyin. Buraya yakın bir evde yalnız yaşayan yaşlı bir kadının bakımını yapıyorum. Haftada bir gelir, evini temizler, yemeğini pişirir, banyosunu yaptırırım. Bunun gibi bakımını yaptığım başka mahallelerde üç kadın daha var baktığım. Şık kıyafet giysem dikkat çeker diye böyle giyindim” Dedi. Çok şaşırdım. “Allah! Allah! Nereden icap etti? Maddi durumun iyi. Bir bakıcı tutabilirdin. O kadar işinin arasında zor olmuyor mu?” Dedim devam etti: “Bir arkadaşım kimsesiz bir kadına karşılıksız bakıyormuş. Tatile giderken kadının mağdur olacağını bana anlatmış, ben bakımına o dönene kadar talip olmuştum. Bakımını bir ay yaptım. İnsanlara yardım etmenin hazzı bir başka oluyormuş. Böylece başladım bu işe. Bankadan çıkışta kadınlara bakar, tüm ihtiyaçlarını karşılarım. Öyle sevap kazanayım falan diye değil. Kendimi iyi hissediyorum ondan.” Şaşkınlığım daha da arttı. Arabasını çalıştırdı. Araba değil uçak mübarek! Eve davet ettim, “çok yorgunum. Hem sizi de rahatsız etmeyeyim” diyerek gelmedi. Bir süre daha arabada konuşmaya devam ettik. “Bu baktığım kadının bir oğlu, iki kızı varmış. Kızlarından biri emekli maaşını çekip ona güya bakıyormuş. Haftada yüz lira bırakıyor, gidiyor. Benden de hiç hoşlanmıyor. “Neden parasız birine bakıyorsun? Sen salak mısın? Yoksa kötü bir niyetin mi var?” dedi geçenki gelişimde. Çok kızdım. Biraz eli maşalıyımdır bilirsiniz. Yaşlı kadına sezdirmeden kolundan tutup dışarı çıkardım. Doğru arabaya götürdüm. Arabayı görünce şaşkınlığı daha da arttı. “Bu araba senin mi?” Dedi. “Sus!“ Otur şuraya kaltak!” Dedim. Kapıları kilitledim. Kadın korktu, sindi. Sen kadının maaşını çekiyor yüz lira verip kalanını afiyetle yiyorsun. Yüz lira onun bezine yetmez şıllık! Seni şimdi Uludağ’ın ıssız bir yerine götürüp bırakacağım. Geri dönene kadar kaç erkeğin tecavüzüne uğrarsın bilemem. Diğer kardeşlerinin telefonunu ver bakayım, dedim verdi. Onları arayıp kız kardeşlerinin annelerine bakmadığını, maaşını alıp yediğini anlattım. Şaşırmış gibi yaptılar. Al birini vur öbürüne. Pislik hepsi! Onlara da ağzıma geleni söyledim. Ben senin annen gibi üç kadına daha bakıyorum karşılıksız. Annene bakmazsan dediğimi yaparım bilesin. Dedikten sonra kapıyı açtım. Arabadan sertçe ittim. Yere düştü. Bastım gaza.
Bakım günümde yine gittim. Kızı da oradaydı. Benim yüzüme bakmadan başka odaya gitti. Kadının banyosunu yaptırıp yatağına yatırdım. Kadıncağız kulağıma: “Kızım, ne olduysa her gün geldi. Yemeklerimi yaptı, yedirdi. Çok şaşırdım. Benim kızım hidayete mi erdi ne?” dedi. “İyi etmiş. Aferin ona!” dedim. İşte böyle hocam haftanın dört günü eve gelir temizlikçi kıyafetlerimi giyer, arabamı arka sokaklara park eder, kadınların bakımını yaparım.” Dedi.
Ne kadar mutlu oldum anlatamam. Böyle güzel bir insanın yetişmesinde nokta kadar payım varsa ne mutlu bana.
Ahmet.kocak16@hotmail.com
