Anasayfa / Güncel / HEY GİDİ GÜNLER…

HEY GİDİ GÜNLER…

Altmışlı yıllarda şimdiki ÇEDAŞ’ın olduğu binadan ana yola kadar olan bölge buğday pazarı idi. Bizim, buğday pazarına bakan dört ardiyemiz, batısında otelimiz ve kuzeyinde dereye bakan bir de kiralık evimiz vardı. Tek katlı olan bina kompleksi, üç yüz metrekare kapalı alana sahipti. Buğday pazarından buğday alan tüccarlar bizim ardiyeleri kiralar, buğdaylarını doldururlardı baharın daha pahalıya satmak için. Belediye o alana sanayi dükkânları yapınca ardiyeler işe yaramaz oldu. Ben ortaokul iki ve üçüncü sınıfı o ardiyelerden birinde yalnız kalarak okudum. O büyük, kerpiçten yapılmış bina hamamları basan selden sonra -içerisi yarım metrelik mil ile dolunca- iflah olmadı yıkıldı. Şimdi o binanın yerinde inşat malzemeleri satılır. Etrafı briketle çevrilidir.
Odam, arkadaşlarıma özgürlük alanı sağlayan; sigara içmelerine, sosyalleşmelerine, iskambil oynamalarına yarayan bir uğrak yeriydi. Tek çıkarım bana can şenliği vermeleriydi. Türkçe dersinde Cumhuriyet Dönemi yazarları konusu işlenmiş, yarın için ödev verilmişti.
(Bundan otuz beş yıl sonra aynı konuyu işleyen öğrenciler beni de öğrenecekler ve tahtaya sözlü sınav için kaldırılan çocuk: “Eğitimci Yazar Ahmet Koçak, Cumhuriyetin yüzüncü yılı yazarlarındandır. Altmış yaşından sonra yazmaya başlamış, her yıl bir kitap yazarak otuz beş kitap çıkarmıştır. Çok sayıda köşe yazısı da yazmıştır. İkinci Nobel Ödülü alan yazarımız, Türkçeyi, deyimleri, atasözlerini eğip bükerek, çenetlerini ayırarak yazması ile ünlüdür.” diye anlatır, öğretmeni: “Aferin yavrum doğru anlattın. Sana sözlü notu olarak yüz puan veriyorum.” der.
Beş binden fazla yazar yetmezmiş gibi’ sayıyı bir kişi daha artırarak, öğrencilere bir dert de ben açmış oldum.
Neyse, bu ağır ders konularından sonra; Rıfkı Kunt, Mehmet Rüzgar Necip Mergen, Rahmi Polat ve tekelcinin kardeşi Aksaraylı Mustafa Ergün evime geldiler. Dışarıda kar var ve hava sıcaklığı eksi on derece. Benim oda dışarıdan bir derce daha sıcak, o kadar. Soğukta oturulmuyor; ergenlik ve delikanlılık da var tabii. Hareket etmek lazımdır.
İki yiğit çıktı ortadaki çaput çulun üzerine ve başladılar güreşmeye. Güreşe diğerleri de katılınca bir boğuşmadır başladı. Boğuşmada kural mural yoktur. Önüne kim gelirse saldırırsın. Teme, tokat, hafif ısırık, çimdik, el ense, saç, kulak çekmek, deve kasnağı vermek vs. serbesttir. Biz, bir saat mi desem, iki saat mi desem boğuşmaktan bitap düştük. Bu arada oda iyice ısındı; yüzümüzden ve saçlarımızdan buharlar çıkıyor. Çok enerji harcayınca acıkıyor insan haliyle. Öğrenci evinde yiyecek olmaz. Babam kocaman bir Alembey lahanası almış, köye götürmeyi unutmuştu. Başladık onu yemeye. Allah’ın lahanası bu kadar mı lezzetli olur? Hep birlikte lahanayı parça pençik ettik ve yedik bitirdik (Rıfkı’yla telefonda konuştuğumuzda o anlattı da bu olayı anımsadım).
Bahar geldi. Havalar ısındı. Ömer Ağa’nın yazlık sinemadan tuğla fabrikasına kadar olan bölgede hiç ev yoktu. Tüm bağlık bahçelikti o bölge. Sinemanın arkasında oluğundan sıcak su akan, çukurda bir çeşme vardı. Rahmi’yle gezerken o çeşmeden su içmeye başladım. Rahmi:
“Bu çeşme bizim. İçme!” dedi. Çeşmenin olduğu arsa onlarındı. Sözlerine canım sıkıldı;
“Hadi oradan! Allah’ın suyu nereden sizin oluyormuş.” deyip, yüzüne su attım. Tabi bana saldırdı. İkimiz boğuşmaya başladık yeni çıkmış çimenlerin üzerinde. Issız bir yer, gelip bizi aralayan da olmayınca yarım saat devam ettik. İki ergen yorgunluktan bitap düşmüş bir halde yan yana uzanıp dinlenirken baktık ki; pantolonların dizleri, ceketlerin dirsekleri tüm çim lekesi olmuş. Sıcak suyla ne kadar yıkasak da çıkmadı. Okula haftalarca öyle gitmek zorunda kaldık.
Arabistan Cidde’deydim. Nasıl sıcak anlatamam. Dışarısı cayır cayır yanıyor. Adanalı Mustafa Öğretmen ve Bartınlı İsmail Öğretmenle eşyalı bir ev kiraladık. Sabahçıyız ve öğleden sonra okuldan servisle eve geliyoruz. Sinema, tiyatro, kahvehane yoktur o ülkede. Sıcaktan dolayı parka da gidemiyorduk. Kızıldeniz kenarı hamam gibi daha da sıcak olunca oraya da gidemiyor, evde hapis hayatı yaşıyorduk. İkisi de İngilizce kursundan arkadaşlarımdı ve samimiydik. Ankara’da çok gezerdik; parklara, kahvelere, türkü barlara, tiyatro ve sinemalara giderdik.
Usandığımız bir gün İsmail’e işaret ettim Mustafa’ya saldırdık. Neye uğradığını şaşırdı. Bizimle mücadeleye başladı tabi. “Durun! Yapmayın! Koskoca öğretmen adamlarsınız.” deyişi bile saldırıya davetiye niteliğindeydi. İki kişi olunca adamı perişan ettik. Başka odalara kaçtı, ayaklarından tutup sürükleyerek salona getirip eziyete devam ettik. İyice yorulunca bıraktık. Yorgun otururken; “Mustafa Bey kızdın mı bu yaptığımıza?” diye sordum. Mustafa:
“Vallah iyi oldu! Hareket etmiş olduk. Allah sebep olanlardan razı olsun!” dedi. Öyle der de durur muyum ertesi gün Mustafa’ya işaret ettim bu sefer ikimiz İsmail’e saldırdık. Bu sefer İsmail bas bas bağırıyor, feryatlar ederek elimizden kaçıp kurtulmak istiyor bir türlü başaramıyor. Yerlerde sürünüyor, havalarda uçuyor… Yaaa nasıl? Dün Mustafa’ya neler ettin? Etme bulma dünyası!
Ben ailemi getirip yanlarından ayrılana kadar boğuşmalarımız devam etti. Hoşça vakit geçirdik. Hem ruh, hem beden sağlığımızı korumuş olduk. Veda için son kez evlerine gittim. Kapıdan çıkarken:
“Ya arkadaşlar, O kadar boğuştuk; bir gün de ikiniz bir olup bana saldırmayı neden akıl edemediniz?” diye sordum. İsmail Bey:
“ Hakkat ya? Vallahi doğru söylüyor. Bu hiç aklımıza gelmedi.” derken Mustafa’ya işaret etti ama boşunaydı. Hemen arabaya binip yanlarından uzaklaştım.
İlkokul üçe giden torunum Ahmet Erdem’i bilgisayar oyunlarından çok zor ayırıyoruz. Bir gün babasına işaret ettim. İkimiz bir olduk çocuğa saldırdık. Neye uğradığını şaşırdı. Feryatlar ediyor, bir türlü elimizden kurtulamıyor. Bir bakıyor yerlerde sürünüyor, bir bakıyor havalarda uçuyor. Yardım edecek kimse de yok; saldıranlar babası ve dedesi olunca çaresiz durumda çocuk. Uzun süre devam ettikten sonra yorulduk bıraktık. Dinlenirken sordum: “Erdem, dedesinin balı kızdın mı bize?”
“Hayır dede. Çok hoşuma gitti. Hadi yine saldırın.” demesin mi?
“Yok, oğlum ben yaşlı bir adamım yoruldum. Başka zaman.” dedim. Başka zaman da Erdem bilgisayarda oynarken kulağına babasına saldıralım diye söyledim. Hemen oyunu bırakıp babasına saldırdı. Tabi torun tatlı oluyor yardım etmesem olmaz. Hemen yardımına koştum. Bu sefer Hakan’ı perişan ettik.
Oyunlarımız böyle devam ediyor. Bu güne kadar ben hep iki kişi oldum, onlar birleşip bana hâlâ saldırmadılar. Bakalım baba oğul ne zaman işbirliği yapıp bana saldıracaklar? Bekliyorum. Belki de saygılarından dolayı böyle bir durum hiç yaşanmayacaktır. Yaşanmasın da zaten. Ben güçlü tarafta olurum her zaman zayıf tarafta olmaya alışık değilim.
ahmet.kocak16@hotmail.com.

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

SAHTE GÜBRE VE İLACA DİKKAT

Sarıkaya Ziraat Odası Başkan Şevki Güngör Sarıkaya’lı çiftçileri uyardı. Başkan Güngör; “Ziraat odamız kâr amaçsız …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.