Anasayfa / Güncel / HOŞ BİR SEDA-2 Yazı Dizisi

HOŞ BİR SEDA-2 Yazı Dizisi

……AHMET: Talihsiz bir döneme denk geldik desenize. Kitap deyince hep kafama takılır; Yaşar Kemal, Sebahattin Ali, Aziz Nesin gibi yazarlar iyi yazar oldukları için mi hapse atıldılar yoksa hapse atıldıkları için mi iyi yazar oldular?
CAN: Yazarlık tahsille falan olmuyor. Örnek, Yaşar Kemal. Onların içinde var olan yazma isteği her koşulda ortaya çıkacaktı zaten. Diğer bir örnek, Orhan Pamuk. İki tane güzel kitabı var. Diğerlerini ısmarlama yazmıştır. Reklam burada da çok önemlidir. Sizin kitaplarınızı dünyaca ünlü bir şirket tanıtsa( şirketin adını söyledi unuttum) milyonlar satar. Bazıları bu yöntemle kitaplarından çok para kazanıyor, tüm dünya dillerine çevriliyor.
Dünyada en çok okunan, öyküleri tiyatroda oynanan Şekspir…
(Can anlatmaya devam ederken Romeo ve Juliet’in İtalya’da doğup büyüdükleri evlerini, karşılıklı bakıştıkları pencerelerini ve Juliet’in göğüsleri açık; ziyaretçilerin göğüslerini avuçlaya avuçlaya parlattıkları heykelini gördüm. Resim çekindim diyecektim diyemedim. Can, öyle seri ve iştahla konuşuyordu ki araya girmeye kıyamadım. Hem dinleyip hem düşüncelere daldım. Düşüncelerimi söyleme fırsatı yakalayamadım burada yazayım bari; “karşımdaki iki değerli insan düşüncelerini hiç çekinmeden, korkmadan söyler ve yazarlar. Belli ki çocuklukları güven içinde geçmiş. Ülkemizde, babası, dedesi yüksek mevkilerde olan insanlarda da bu özellik vardır. Örneğin; Çetin Altan’ın dedesi Osmanlı paşasıdır, Zülfü Livaneli’nin babası yargıçtır, Mine Kırıkkanat’ın babası albaydır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Onlar da cesaretle yazarlar, yazdılar ve başları beladan kurtulmadı. Ben ise disiplinli bir memur babanın, ondan da disiplinli bir çevrede ve yine dayakla insan eğiten öğretmenlerin elinde yetiştim. Kendi fikirlerimi açıkça söylemeye çekindim uzun yıllar. Canıma tak ettiği zamanlarda kendi düşüncelerimi bir başkası söylemiş gibi söyler, hem rahatlar hem de kendimi tehlikelerden korurdum. Emekli olduktan sonra yüce Rabbim bana bir cesaret verdi de şimdi karşımdaki iki yürekli insan gibi söyleyip yazmaya başladım. 1997 yılında Bursa’ya tayin istemiştim. Gelirken benden yaşça küçük bir öğretmen arkadaşım: “Ahmet abi Bursa’ya git de bir adam görsünler” demişti. Yirmi dört yıldır Bursa’ da yaşıyorum. Karşımda Bursa’nın yetiştirdiği iki adam gibi adam var. Hey gidi öğretmen arkadaşım Bursa da ne adamalar yetişmiş bir görsen” bu düşünceler içindeyken Can’ın bir ara “yaşlı” dediğini duyar gibi oldum. Düşüncelerimden sıyrıldım)
AHMET: Can, “yaşlı” dedi de aklıma geldi (O sırada birbirlerinin gözlerine baktılar. “Yaşlı mı? Ne yaşlısı? Kimse öyle bir şey söylemedi” şaşkınlığı içinde oldukları gözümden kaçmadı). Yaşlı, çevrede kazak bir erkek olarak tanınan birine, genç bir delikanlı hayranmış. Bir gün onun evine konuk olmuş. Bakmış hayranı olduğu adam eşine; “Canım çay getirir misin?” “Cicim konuğumuza pasta getirir misin?” “teşekkür ederim bir tanem” gibi şeyler söylüyor. Hayal kırıklığına uğramış delikanlı duydukları karşısında haliyle. Eşi mutfağa gidince; “Yahu amca, ben seni kazak biri olarak bilirdim. Benim idolümdün. Eşine Canım, cicim falan diye hitap ettiğini görünce çok şaşırdım.” Demiş. Adam yavaşça kulağına eğilip: “Sus belli etme. Ben aslında senin bildiğin gibiyim de karımın adını unuttum” demiş. Bu fıkrayı telefonda emekli felsefe öğretmeni olan Asım Amcam anlatmıştı.
Fıkram bitti. Amcamdan alıntım dikkatlerini çeker diye umarak anlattım. Her anlatıcı gibi dinleyicilerimin tepkisini ölçmek için yüzlerine baktım. Gülmelerini bekledim. Bu, benim en doğal hakkım. Baktım gülmedikleri gibi, bu sohbetle alakasız fıkraya şaşırmış durumdaydılar. Sen konuşulanları dinlemeyip düşüncelere dalarsan karşılaşacağın durum böyle olur. Parantezi kapatıp konuşmaları bundan sonra daha dikkatli dinlemeye karar verdim. (Aslında laf aramızda fıkra da anlatmadım. Daha doğrusu fırsat bulup anlatamadım da anlatmış gibi buraya yazdım işte! Bu durumdan kurtulmanın en güzel yolu soru sorup kenara çekilmek)
AHMET: Sevgili Can; çok yazıyorsunuz, güzel yazıyorsunuz. Sizi severek okuyoruz. Kitap yazdınız mı hiç? Yazmayı düşünüyor musunuz?
CAN: Kitap yazmadım. Bir kez başladım yarım kaldı. Ama yazmayı düşünüyorum.
AHMET: Bu sevindirici bir haber. Zeki Hocamın üç kitabı ve bir de çocuk kitabı var. Hepsini beğenerek okudum.
Saat dört buçuk oldu. İki buçuk saattir ara vermeden, bir saniye sessizlik olmadan söyleştik. Kalkarken yine yumruklarımız tokuştu. Tekrar buluşmak üzere ayrıldık.
Eve geldiğimde Can’ın bir paylaşımını gördüm Facebook’ta “Uçan daire görmek isterseniz Nilüfer’e gelin. Otuz yıllık daireler bile yedi yüz bin liradan başlıyor. Bir buçuk, iki milyona kadar çıkan daireler var.” Yazmış. Nilüfer ilçesi Bursa’nın en gelişmiş, en planlı, en güzel ilçesidir.
Akşamında televizyonda dış işleri bakanı: “Mesela bir büyükşehir olan Bursa’ya gidiyoruz. Siz de gidin bakın Bursa’ya. Hiç sormadan dolaşın kendiniz, yani en geri kalmış ilçesi Bursa’nın neresi bulacaksınız. Sormadan bak Nilüfer, ismini veriyorum. Kendiniz dolaşın, diyeceksiniz ki burası Nilüfer. Çünkü burası belediyecilik bakımından en geri kalmış yer.” Dediğini duydum. Kulaklarıma inanamadım. Öyleyse Can’ın bahsettiği uçan daireler neyin nesi?
Sevgili okuyucularımız; umarım, söyleşimizden, bardağı on lira olan çaylarımızdan, profiterollerimizden, dondurmalarımızdan (fiyatlarını hiç yazmayayım) memnun kalmışsınızdır. Ha bir de söyleşimizde kullanmak üzere zihnimde hazırladığım konuların bir kaçını kullanabildim. Bir dahakine hazırlık olmuş oldu diye kendimi teselli ettim. Başka bir söyleşide fırsat bulup söyleyemediklerimi söylemek üzere hoşça kalınız.
Ahmet.kocak16@hotmail.com

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

ATEŞ “BÜTÜN KÖYLERİMİZİN SORUNLARI SIRAYLA ÇÖZÜLECEK”DEDİ.

Sarıkaya Kaymakamı Ahmet Nuri Demir, İl Genel Meclis Üyesi Adem Ateş ve Özel İdare Müdürü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.