Otuzlu yaşlarımdaki resmimle şimdiki resmimi yan yana koyup baktım uzun uzun… Tabii efkar bastı. Oturup ağlayacak halim yok. Ben de oturup yazdım.
Kadir İnanır gibi yakışıklı genç, dinamik bir öğretmen yıllar içinde yaşlandı. Önce saçlarında ağarma başladı. Ardından sakalına, bıyığına sirayet etti. Bıyıklarında çıkan seyrek beyaz kılları makasla kesip ayıklayınca onlardan kurtulacağını sandı. O sırma saçlar döküldü. Soğuktan ve güneşten korunmak için şapka giymeye başladı şimşir başına. Saçından dökülen kıllar kulaklarından daha gür bir şekilde çıkmaya başladı. Berbere gittiğinde o kılları ağda ile aldırırken kadınların çektikleri acıları elli yaşında yaşayarak öğrendi.
Hareketleri yavaşladı. Gözleri bozuldu. Gözlüksüz okuyamaz oldu. Ne uzağı ne yakını göremez hale geldi. Sesler, çınlamalar duymaya başladı gaipten. “Acaba yaşlanınca kulağımın duyma frekansı yükseldi de dünyanın dönerken çıkardığı sesi mi duyuyorum?” diye düşünerek kulak gözünün açıldığını sandı. Gözünün önünden hayali sinekler uçuşmaya başladı. Önceleri garip karşılayıp şaşırsa da zamanla sineklerine alıştı. “Şurada bir sinek vardı nereye gitti acaba?” diye kaybolan sineğini aramaya bile başladı Yunus Peygamber’in vücudunu yiyen kurtlardan düşeni nasibini yesin diye- geri yerine koyduğu gibi, o da kaybolan hayali sineğini yerine koymak istedi.
Yürürken hafif aksamaların ardından baston kullanmaya başladı. Beli hafif bükülünce boyu beş santim kısaldı. Eskisi gibi deliksiz uyuyamaz oldu. Gecenin ikisinde, üçünde uyanıp kahvaltı etmeye başladı. Elindeki deriyi sıkıp bıraktığında gençken ‘cıv’ diye yerine giden deri artık beş dakika sonra yerine gider oldu. Önce yüzü, ardından boğaz derileri kırışmaya başladı. Görünmeyen yerlerindeki kırışıklıkları kimse görmeyince kendisi de görmezden geldi. Elinde kahverengi yaşlılık lekeleri oluştuğunu gördü. Bu benekler gittikçe artsa da,” yok canım ben daha yaşlanmadım” diyerek faydasız teselli verdi kendisine.
Dişlerinin tamamı dökülünce damak yaptırdı. Gençken herkes gibi “hah hah haayyy!” diye gülerdi. Huylu huyundan vaz geçer mi? Yaşlanınca yine güldü tabii; ilk “hah!” da başını geriye atıp ağzını açtı, ikinci “hah!” da rükuya eğilir gibi yapıp, gülmenin finali ve en tatlı yeri olan “haayy” kısmında takma dişleri tazyikle yere düşer oldu. “Haayy”lı gülemedikten sonra ben gülmeyi neyleyim diye düşünerek gülmemeye başladı. Gülünce tüm dünya gülerdi; dünya da gülmez oldu o yaşlanınca.
Takma dişleri olmadan yüzü yukarıdan aşağı doğru beş santim küçüldüğünden görenler onu tanıyamadığı gibi, zavallı görünüşüne bakıp, acır oldular. Mezardaki annesi görse tanıyamaz,
“bu, benim doğurduğum o güzel çocuk olamaz!” derdi.
Bir olay hepten kötü olmaz; bembeyaz takma dişleri ile hafif gülümserken; sevecen, babacan, bir ihtiyar oluveriyordu. Sık sık biten diş macunu, çabuk deforme olan diş fırçası masrafından kurtulmuştu. İki liraya bir şişe çamaşır suyu alır bir yıl idare ederdi. Yarım bardak suya karıştırır, yatarken takma dişlerini içine koyar, sabaha kadar bekleyen dişleri tertemiz, bembeyaz, omo’yla yıkanmış gibi olurdu. Ne bulunmaz nimet(!)
İlk kez otobüste yer verdikleri günün akşamında bir türlü uyku tutmaz oldu. Devlet dairelerine gittiğinde,- okuyan araştıran, yenilikleri takip eden biri olsa da-“sen yaşlı bir adamsın. Bu işler sana göre değil. Çocukların varsa onlara yaptır amca” demeye başladılar.
“Emekli olup bol bol uyuyacağım.” Düşüncesi ile emekli oldu. Geceleri yaşayıp, gündüzleri tv karşısında uyuya kaldı. Gece bekçilerini de anlamış oldu.
You Tube’ta “Dedeye sahip çıkalım. Komşumuz bizim oluyo da komşumuz oluyo” derken gülen, dişleri gedik kaynananın videosuna gençler gülerken, O, gülemeyip, gözleri dolar oldu.
Pazarcılar gençken; ”kardeş”, ”beyefendi”, yaş alınca, “amca” birkaç on yıl sonra, “hacı emmi” demeye başladıklarında üzerine alınmadı; “benim hacca gittiğimi biliyor demek ki ondan bana “hacı emmi” diye hitap ediyor” diye düşünse de yaşlı olduğu için böyle söylendiği gerçeği kafasına dank etti. Artık yaşlandığını kabullenince onunla da dalga geçmeye başladı. Yaşlılığın tecavüzüne uğramış, elinden bir şey gelmeyince zevk almaya başlamıştı çaresiz…
En fazla da kadınların, “amca” demelerine kafayı taktı. O yakışıklı adamı yıllar; eğdi, büktü, çamaşır gibi sıktı sonunda köyün sığırcısına döndürdü; Kadir İnanır gibi başlayan yaşamı yıllar -eski filmlerde mezarcıyı canlandıran- Kadir Sadık haline getirdi. Ömrümü yedin bitirdin hayat!…
Karacaoğlan, “BİR KIZ BANA EMMİ DEDİ NEYLEYİM!” şiirinde ne güzel anlatmış benim duygularımı;
Değirmenden geldim beygirim yüklü
Şu kızı görenin del’olur aklı
On beş yaşında kırk beş belikli
Bir kız bana emmi dedi neyleyim
Birem birem toplayayım odunu
Bilem dedim bilemedim adını
Albıstan yanaklı Türkmen kadını
Bir kız bana emmi dedi neyleyim
Bizim ilde urum olur uc olur
Sızılaşır bozkurtları aç olur
Bir yiğide emmi demek güç olur
Bir kız bana emmi dedi neyleyim
Karac’oğlan der ki n’olup n’olayım
Akan sularınan ben de geleyim
Sakal seni makkabınan yolayım
Bir kız bana emmi dedi neyleyim
Karacaoğlan, “hacı emmi”, “dede” diye hitap edilmeden bu dünyadan göçmüş olmalı ki; “Bir Kız Bana “Hacı Emmi” Dedi Neyleyim!” şiirini yazmamış.
Ahmet.kocak16@hotmail.com