Köyü kuşbakışı gören küçük bir tepenin üzerinde olan baba evindeyim. Odanın penceresi tüm köyü görüyor. Sabaha karşı uzaklardan gelen horoz sesi ve sabah ezanından başka ses duyulmuyor. Sabahları karşı mahalleden sesi tüm köyden duyulacak şekilde açılan radyodan Bedi Akartürk türküler söylemiyor artık. Radyonun düğmesini çeviren, çalgısıyla evin önünü sulayıp süpüren kadın da yok artık. Arada bir geçen araçlar da olmasa köyde kimse yaşamıyor sanırsınız.
Sıkıldım ilçeye gittim. Lisede okurken bir süre arkadaşlık ettiğim köylüm Ömer Yıldız’ın eczanesine gittim. Hoşbeşten sonra gelen vatandaşlara ciddiyetle yardımcı oluşunu izledim bir süre. Babaları Mehmet Yıldız ve babam köyde ilkokulu ilk bitirenlerdendi. Yıldız ailesi ve Koçak ailelerinin sonraki kuşaklarının hemen hemen tümü yükseköğrenim görmüş, köyde en fazla okumuşu olan iki ailedirler. Biraz sonra abisi Osman Yıldız girdi içeri. Tanıyamadım. Gözlerine dikkatli bakınca tanıdım. Benden iki dönem önce Yozgat Eğitim Enstitüsü’nden mezun olan Osman Bey’le en son yirmi beş yıl önce Ankara’da karşılaşmış, ayaküstü hal hatır sormuştuk.
İki öğretmen yan yana gelince konu döner dolaşır eğitime gelir. Geldi de. Osman Bey: “Beş yıl öğretmenliğin ardından otuz beş yıl yöneticilik yaptım. Toplamda kırk yıl.” dedi. “Osman Hocam yaşadığınız çok anınız olmuştur. Bir boş vaktimizde buluşalım anlatın” dedim. Telefonlarımızı aldık, İşlettiği Yıldız Kır Düğün Salonu’nda buluşmak üzere anlaştık. Anlatacağı anılarına giriş olsun, ilgimi çeksin diye olsa gerek birazını anlatmaya başladı:
“Yaparak yaşayarak öğrenme, en önemli eğitim yöntemidir bilirsiniz. Çocukluğumda yaşadığım anımı öğretmen toplantılarında hep anlatırdım. Hatta yüksek lisans yaptığım Yıldız Teknik Üniversitesi amfisinde anlatmıştım da hoca çok beğenmiş; “izniniz olursa yazacağım kitabıma almak isterim” demişti. Biz ilkokulda iken öğretmenimiz bizi hep yaşamın içinde eğitmeye çalışırdı. Bir dersimizde konu sindirim sistemiydi. Sınıfı alıp bir çeşme başına götürdü. Berberimizde getirdiği koyunu kesti. Koyunun kalbini, akciğerlerini, böbreklerini gösterdikten sonra sindirim organlarını göstererek anlattı. Yemek borusundan başladı; midesi, ince ve kalın bağırsakları gösterdi. Mide ve bağırsakları çeşmede biz yıkadık, temizledik. Temizlenmiş sindirim organlarını, sindirimdeki işlevlerini anlatmıştı.
Bir büyük ateş yaktık. Koyunun etlerini pişirirken de pişirmenin inceliklerini, mikroplardan arındırmayı göstererek anlatmıştı. Konuyu yaparak yaşayarak öğrenme metodunu kullanarak kalıcı bir bilgi haline getirmişti. Böyle anlatılan bir ders kalıcı olur, yaşam boyunca unutulmaz. Ben de unutmadım.
Yine başka bir dersimizi anlatayım. Konumuz adalet sistemiydi. Bizi aldı Sarıkaya Hükümet Konağı’na götürdü. O zaman adliye Hükümet Konağı’ndaydı. O gün de tesadüfen bizim köyden Mehmet Baran’ın mahkemesi görülecekmiş. Mehmet Baran’a yolda yürürken kamyon çarpmış, o da şikâyetçi olmuştu. Duruşmayı izledik; davalı, davacı ve tanıkları sessizce dinledik.
Hâkim bize doğru döndü dava ile ilgili sorular sordu. Parmak kaldıran bizim halaoğlu Osman Avşar’a: “Duruşmayı izlediniz. Olayı anlat bakalım evladım” diye sordu. Osman: “Rasim(babam), Mamık Ka, Osman köyden Sarıkaya’ya doğru yürüyerek gidiyorlarmış…” Hâkim araya girip, “Mamık Kâ kim oğlum?” Osman: “Bizim köyde Mehmet Baran’a “Mamık” derler hâkim amca.” dedikten sonra devam etti: “Arkadan kamyon gelirken Rasim şu yana, Osman bu yana kaçmış Mehmet Baran kaçamamış yolun ortasında kalakalmış. Kamyon da gelip ona arkadan çarpmış. Olay böyle olmuş hâkim amca” diye olanı, biteni çocuk dilinde anlattı. Başka öğrencilere de sorular sorarak yerinde eğitim sürdü.
Karar açıklanırken öğretmenimiz ve mübaşirin el işaretiyle hepimiz ayağa kalktık. Hazır ola geçtik. Yargıç: “Yaz kızım; Türk milleti adına… Türk Ceza Kanunu’nun falan maddesi gereğince…” Hepimiz hazır ol da kararı sessizce dinledik. Böylece; şikâyet nedir, nereye, nasıl yapılır, dava nasıl görülür, karar nedir, kararı kim verir, mahkemede karar nasıl açıklanır, tanık nedir, sanık nedir, davacı nedir, yaşayarak öğrenmiş olduk.” diye sözlerine son verdi. Müşteri yoğunluğu artınca- meşgul etmemek için- veda edip eczaneden ayrıldım.
Çocukluk arkadaşım Rahmi Polat’la tamirde olan arabasına bakmak için yeni sanayiye gittik. Sanayi dönüşü bizim eski bahçeliklerin oradan köye doğru giderken Mamık Dayı’nın oğlu Bekir Baran’ı evinin önündeki bahçede gördüm. Eskiden bahçeleri olan yere Bekir ev yapmış. Bahçesinde bir şeyler yapıyordu. Durup, Bekir’i çağırdım. Önce tanıyamadı. Yaklaşınca tanıdı. Hoşbeşten sonra topladığı bir demet taze nohudu elime tutuşturdu. Yeni duyduğum; babasının kazasını anlattım. “Evet, evet babama kamyon çarpmıştı. Olayın eksik kalan yerini de ben tamamlayayım; “Babam mahkemede demiş ki: “Tamam, Rasim o yana, Osman şu yana kaçtı. Diyelim ben ortada kala kaldım. Belki yaşlıyım, kulağım duymuyor, gözüm belki görmüyor. Yolun ortasında kaldım diye gelip vurmak mı lazım hâkim bey” demiş.” dedi. Geçmişte yaşanmış; kahramanları toprak olmuş büyüklerimizi anmış olduk böylece. Hepsine Allah’tan rahmet diliyorum.
Ahmet.kocak16@hotmail.com
