Anasayfa / Köşe Yazarları / BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ

BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ

Yıl 1970. Türkiye’de nüfus patlaması olmuş. İnsanlarda yoksulluktan kurtuluş, çağdaş yaşama kavuşma mücadelesi başlamış. Özgür bir ortam, herkeste bir heyecan var o yıllarda. Sanat, edebiyat, sinema, tiyatro, üniversiteler, fabrikalar bol ürün vermeye başlamış. Bir altın çağ yaşanmaya başlamış Anadolu’da. Aşık Veysel, Muharrem Ertaş keşfedilmiş. Aşık Mahsuni, Neşet Ertaş, Barış Manço, Cem Karaca, Ersen Dadaşlar, Sezen Aksu, Selda, Edip Akbayram, Nilüfer, Yeliz gibi yüzlerce sanatçı, söz yazarı yarış halinde bolca ürün sunmuşlar halka. Seksenden sonra bir daha bu bereketi göremeyecektir Anadolu. Yıl 1970. Türkiye’de nüfus patlaması olmuş. İnsanlarda yoksulluktan kurtuluş, çağdaş yaşama kavuşma mücadelesi başlamış. Özgür bir ortam, herkeste bir heyecan var o yıllarda. Sanat, edebiyat, sinema, tiyatro, üniversiteler, fabrikalar bol ürün vermeye başlamış. Bir altın çağ yaşanmaya başlamış Anadolu’da. Aşık Veysel, Muharrem Ertaş keşfedilmiş. Aşık Mahsuni, Neşet Ertaş, Barış Manço, Cem Karaca, Ersen Dadaşlar, Sezen Aksu, Selda, Edip Akbayram, Nilüfer, Yeliz gibi yüzlerce sanatçı, söz yazarı yarış halinde bolca ürün sunmuşlar halka. Seksenden sonra bir daha bu bereketi göremeyecektir Anadolu.Bizler de o yarışta yerimizi aldık. Bereketli bir kültür ortamında yetiştik. Yoksulduk ama yaşama sevinci, ümit doluyduk. Temel besinlerimiz: Çeyrek ekmek arası çemen, şehriye, bulgur, yeşil mercimek çorbası, kuzine sobada patates közleme, pekmez, ekşi, çalmanın yanında sarı samana serilip sararıp buruşmuş üzümlerdi. Sebzenin kıt olduğu, bostanların yeni ekildiği dönemlerde-nisan mayıs aylarında- vitamin eksiğimizi madımakla giderdiğimiz yıllar.. Kuruyemişimiz: Çerçilerden alınan kırık leblebi yanında, pazardan batman batman alınan kavun ve karpuzların tuzlanıp kurutulduğu çekirdekleriydi.Sarıkaya’dayken Halis Esmer bey aradı; “Ahmet hocam, Emekliler Lokali’nde buluşalım .” Lokale gittiğimde Halis bey’den başka üç kişi daha vardı. Bu arkadaş okul arkadaşım ve hala da arkadaşım Ahmet Koçak. Emekli öğretmendir. Aynı zamanda bir kitabı, Yöre Haber ve başka yerel gazetelerde yazılar yazar. Her ne kadar beni yazıp, gizli sırlarımı aşikar etse de ben kendisini severim,”diyerek beni tanıttı. Okuldayken hep ders anlatan, hitabet ustası Halis bey sohbette aslan payını kendi nefsine ayırdıktan sonra, sözü Selahattin beye, ardından Hamdi beye devretti. Maskesinin altında dikkatli bakan, konuşmacıları eski İstanbul beyefendisi edalarıyla, el çantasının üzerine koyduğu ellerini kaldırmadan, pozisyonunu hiç değiştirmeden dinleyen beyefendi aldı sözü:
“ Ahmet bey, sizinle aynı dönemde okuduk. Maskemi indireyim bakın lütfen. Beni anımsarsınız.” Dedikten sonra maskesini çenesine indirdi, gülümseyen,  bakımlı, pırıl pırıl yüzünü gösterdi. Dikkatimi bembeyaz dişleri çekti. Hayalimde yüzünü önce gençleştirdim, anımsayamadım. Ardından simasını çocukluk günlerine götürdüm ve çocuk yüzünü anımsadım. Sakin sakin sözlerine devam etti:“Babam yoksuldu. Beni ortaokula kaydettirmek istemedi. İlçeden birini velim yaparak okula kaydoldum. Disiplinli bir müdür ve öğretmenler elinde iyi bir eğitim aldık. Herkes babasından beş lira, on lira harçlık alırken babam eli titreyerek bana ancak iki buçuk lira harçlık verebilirdi. Elinin titremesi cimrilikten değil, yokluktandı. Ortaokul bitti. İlçede lise yoktu. Bir yerlere çırak girip zanaat öğrenme arayışına girdim. O zaman at arabası yapımı, tamiri en gözde işlerdendi. İlçedeki arabacılarla görüştüm. En iyi at arabası Eskişehir’de yapılırmış. Öğrenilecekse en iyisi öğrenilmeli, yapılacaksa en iyisi yapılmalıydı. Eskişehir’e gidip en güzel ses çıkaran at arabası yapmaya heves ettim bir süre. Epey bir fikir değiştirmenin ardından İstanbul’a gidip bir akrabamın evinde kalarak lise okumaya karar verdim. Borç harç yol parasını çıkıştırıp bindim otobüse. İlk şaşırdığım; Boğaziçi Köprüsü ve boğaz olmuştu. Bir liseye kaydoldum. Sabahçıydım, öğleden sonra için iş aramaya başladım. Anadolu yakasında oturuyordum. Çok iş aradım bulamadım. Çaresiz Avrupa yakasında iş aramaya başladım.  Bir eczanenin camında “çırak aranıyor” yazısını görünce içeri girdim. İşe alındım. Önce getir götür işleri yapacaktım. Olayı çabuk kavradığımı gören eczacı ücretimi artırıp beni kalfa yaptı. Karşıdan gelip gittiğimi bilen eczacı karşıda gözlük ve eczaneyi birlikte çalıştırdığı diğer mağazasına alınca biraz rahatladım. Yol parası masrafından kurtulmuş, yürüyerek işe ve okula gitmeye başlamıştım. Gözlük işi çok ilgimi çekiyordu. Gözlük bölümünde çalışmayı tercih ettim. Bu işi çok sevmeye başladım. Gözlük camını kestirmeye giderdim. O işi o zaman bir Yahudi esnaf yapardı. Camları kestirirken adamı izledim. İşin inceliklerini öğrendim. İş ile okul zor oluyordu. Okulu bırakıp tüm enerjimi gözlük işine verdim. Askerlik geldi çattı. Askere gittim.” Burada durup derin bir iç çekti. Biz dinleyiciler de onun soluklanmasına izin verip söze girmeden bekledik. Sessiz kalarak konuşmasına devam etmesini sağladığımız için minnetle bakarak sözlerine devam etti:“Askerliği bitirdim. İşsiz İstanbul sokaklarında geziyor, iş arıyordum. Özellikle son çalıştığım gözlükçünün önünden geçiyordum ki, adam beni görsün, çağısın. Birkaç kez geçişimin ardından patron beni gördü, tanıdı, içeri davet etti. Tam da personelinden illallah ettiği bir zamana denk gelmiştim. Adam personeli toplayıp; “Bu arkadaş benim eski çalışanımdı. Bu işi çok iyi bilir. Onu, müdür olarak alıyorum,” dedi. İyi bir maaşla göreve başladım.Bir süre çalıştıktan sonra yaşlanan patronum iş yerinin birini kapatacağını söyledi. Ben o dükkanı almak için çalışmaya başladım. Birikimimle biraz da borçlanarak o dükkanı devraldım. Yine Yahudi gözlük toptancısıyla çalışıyordum. Bir gidişimde işim bitene kadar beklerken; “Erdoğan’ım, büyümek istiyorsan kendine ortaklar almalısın. Bak bizim çok ortaklı bir şirketimiz var.” Dedi. Ben o adamdan çok şey öğrendim. Dürüstlüğü, işleri gününde teslim etmeyi, ekip halinde çalışmayı hep ondan öğrendim. Bir süre sonra ikinci iş yerini bir ortakla, yeni ortaklarla başka yerlerde işyerleri açmaya başladım. Türkiye’de AVM’ler açılmaya başlayınca Karfur AVM’lerle anlaşıp orada mağaza açtık. Tek şartımız sadece bizim mağazamızın olmasıydı. Kabul ettiler. Uzatmayayım, on oldu, yirmi oldu derken birçok ilde olmak üzere seksen adet mağazamız oldu. Yüzlerce insanın evine ekmek götürmesini sağladık, sağlıyoruz övünmek gibi olmasın. Bu salgın döneminde oluşan krizde mağaza sayımızı elliye düşürmek zorunda kaldık.” Sözleri bitti sandım ben söze girdim: “Erdoğan bey romanı yazılacak bir yaşamınız olmuş. İzniniz olursa anlattıklarınızı yazayım işsiz, yoksul, ümitsizlik içinde bocalayan gençlerimize örnek olsun. Onlara ümit versin. Sizin gibi küçükten başlayıp yaşam mücadelesine girişmelerinde güç versin,” dedim. Sağ olsun yazmamda bir sakınca olmadığını, hatta memnun olacağını söyledi. Bu iş insanı,  hemşerimiz, Tepedoğan köyü’nden Erdoğan Esmer’di.Ahmet.kocak16@hotmail.com

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

YÜZ YAŞINA MERDİVEN DAYAMAK

“Sekiz yıldır evimin bahçesinde bana can şenliği olan Fino cinsi köpeğimi arabaya aldım şehrin uzaklarında, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.