Anasayfa / Köşe Yazarları / DÜĞÜN ODASI

DÜĞÜN ODASI

Biz; Ilısu’dan Hasan ağayı, Halil ağayı, Mehmet Yıdız’ı, Mamık kahya’yı, Faik Kahya’yı, Remzi Kahya’yı, fırıncı Ahmet hoca’yı … Sarıkaya’dan;  Kazım ağayı, Ömer ağayı, Ferit agayı, Şemsettin, Hakkı, Turudu Açıkel kardeşleri, Kemal Sanal’ı, Ahmet Mert’i,  Aziz Tek’i, Hanifi Aslan’ı, Hüseyin Doğan’ı, Salih Polat’ı, Rasim, Kasım Karslıoğlu’nu, Mehmet Öztürk’ü,  İlyas hoca’yı,  Lokman Ertaş’ı, Çınar hocayı, Mutu hocayı, Tahir hocayı,Mutu hocayı, Veli hocayı, , Elidemirli’yi, Hüseyin, Abdulrahman Aytekin’i,A.Fuat Eyüboğlu’nu,  Mehmet Yıldız’ı,  Fadil-Ziya Mergenleri… tanımayan nesillere aşina değiliz. Bunlardan biri olan Halil Aslan’ı yazmak istedim. Belki diğerlerini de yazma fırsatım olur.Köyün gençleri gündüz caminin önünde, Bekir şıkın odasının önünde oturur güneşin durumuna göre yer değiştirerek sohbet eder, akşamları tadına doyamadığımız sohbetlere araziye çıkarak devam ederdik. Yanımızda her haneden bir kişi bulunurdu. Yanımızdaki tarla, bağ ve bostan sahiplerinin izni ile mevsimine göre; bağlardan kayısı, üzüm toplayıp afiyetle yer, yeşil mercimek çirter, şemşamerden birer kafa kopararak çitler, bostanlardan; domates, salatalık, kelek alır yer, gecenin yarısında kazınan genç midelerimizi yatıştırırdık.  Genciz, delikanlıyız düğünler, halaylar bizden sorulur. Düğün odalarını doldururuz. Büyüklere de anlattıklarını dinleyecek adam lazım. O görev için de biçilmiş kaftanız. Köyün büyükleri anlatır biz dinleriz. Kadrolu dinleyici ve halaycılar: Ben, Ömer- Hasan Hüseyin Yıldız kardeşler, Gaffar, Alper biraderlerim, Mehmet- Ertuğrul- Yılmaz Yıkılmaz emmi uşakları, Rifat’ın Menderes, Şevket emminin Hanifi, Bilal- Ahmet Öztürk kardeşler, Dilavar Aslan, Bekir şıkın Abdulkadir, Selahattin’in Mahmut, Bünyamin, İbrahim kahya’nın Davut,  Hacı Kaa’nın Fuat, Hacı Güzelin Osman, Ali ile Kadir hocanın Mustafa ve Ruhani idi.  Sohbet ara verdi mi düğün sahibi sessizlikten, davul zurna sesinin kesilmesinde rahatsız, “Hadi gençler buraya oturmaya mı geldiniz, bir iki dönün bakalım.” der biz çaylarımızda kalan son yudumlarımızı alır, çıkar halaya başlardık. Bir grup akşamın karanlığında halay çekerken, başka bir grup ağzına doldurduğu gazyağını ilerde tuttuğu yanan kibrite doğru püskürtür, düğünün havai fişek gereksinimini karşılardı. Bazen koordinasyonu bozanların ağzını, gözünü, kaş ve saçlarını yakmasını saymazsak bu gösterilerden hepimiz çok mutlu olurduk.     Biz halay çekmekten, oynamaktan yorulmazdık da, haylaz davulcular, “yorulduk, dilimiz damağımız kurudu.” diyerek ara verir, bizi tekrar odaya sokarlardı. Hoş odanın içi de dışarısı gibi eğlenceliydi. Yiyecek, içecek, sigara bol ve sınırsız. Hele bunlara bir de Halil Aslan’ın tatlı sohbeti de eklenince daha da tatlı olurdu. Babamın öz dayısı olan Halil dayı; çevrede tanınan, hoş sohbet bir toplum adamıydı. Günlük yaşadıklarını derler, toparlar hoş bir anıya dönüştürerek anlatır, düğün odalarını renklendirirdi. “Halil emmi Abdulrahman emminin alfabesini anlatsana” diyenlere, “Tabi anlatırım yeğenim seni mi kıracağım. Seni kıracağıma aha şu çürük dişimi kırarım.” der boğazını temizleyip başlardı anlatmaya: Biliyorsunuz komşular babam Necip kahya erken öldü. Abisi olduğumdan bizim Abdulrahman’a ben babalık ettim. İlk mektebe başladı Hamam’da. Bir tane acer Alfabe aldım kerataya. Aradan epey bir zaman geçti, “Ula Abdulrahman getir bakalım şu alfabeyi bir oku da dinleyim” dedim. Alfabeyi getirdi ki koca kitaptan üç sayfa kalmış. Gerisi yok. “La oğlum bu kitabın gerisi nerede?” dedim. “Ede biz oraları okuduk bitti.” demez mi? Bizim Abdulrahman okudukları sayfaları düzenli olarak yırtıp yırtıp atmış. Kitap kalmış üç sayfa. “Hadi burayı oku da dinleyeyim bari.” dedim bu sefer de, “biz daha oraya gelmedik ki ede” dedi.” diye anlatınca Abdulrahman dayı gibi alfabede okuduğu sayfaları yırtarak okuyanlar kahkaha ile gülüşürlerdi. Onlar gülerken Halil dayı bağdaşını çözer, zaten çekik çorabını çekerek kendisi de güler, anlattığının etkisini ölçmek için tüm oda sakinlerine tek tek kafasını titreterek bakardı.Bu aradan sonra yine dışarı çıkıp halaya başladık. Gazyağı püskürtmeyle oluşan havai fişek görüntüleri arasında çekilen halayların ardından tekrar odaya girdik. Biz yokken sohbet devam etmiş, köyün büyükleri gevrek gevrek gülüyorlar. “Hadi Halil dayı bize de anlat” ısrarımıza; “sizi mi kıracağım yeğenlerim. Sizi kıracağıma( öndeki dişini göstererek)aha şu çürük dişimi kırarım.” diyerek tekrar anlatmaya başladı. Önceden dinleyenlerin, ikinci baskının usancı ile esneyip; “Allaaah! emrine şükür yarabbiii!” sesleri arasında dinleriz yeni anlatılanı. Halil dayı o seslerden rahatsız biraz ara verir, boğazını temizler, Avusturya’da çalışırken aldığı fiyakalı siyah fötr şapkasını kafasından çıkarıp karşısına getirir, nişan alır gibi tek gözünü kısarak bakar siyah parlak şeridinde. Şeritte ve küçük fiyongunda bir sorun olmadığını gözleriyle görerek kafasına yerleştirir devam ederdi anlatmaya: “Geçen hafta işim vardı Ankara’ya gittim. Biliyorsunuz bu sıralar memleket anarşik kaynıyor. Gece vakti ıssız sokaktan geçerken ellerinde zincirler, bıçaklar olan bir grup genç önümü kesti. “Dur bakalım dayı nereye gidiyorsun?” dediler. Ben: “İşim vardı. İşimi bitirdim güveyimin evine gidiyordum.” dedim. Bir yandan da korkuyorum, ne zaman saldıracaklar diye. Tedirginim.  “Söyle bakalım dayı sen sağcı mısın, solcu musun?” dediler. Ben ne desem diye düşünürken, aklıma saflığa vurup savuşturmak geldi, “Ben öyle şeyleri bilmem yeğenlerim. Ben Ilısu’danım.” dedim. Şaşırıp birbirlerinin yüzlerine bakışırken biri dedi ki: “Ula ‘Ilısu’ diye bir fraksiyon mu çıktı yoksa? “ Öbürü: “Vallaha öyle çok fraksiyon türedi ki takip edemiyoruz. Belki de doğrudur bu dayı.”  Bu, bana zaman kazandırıyordu bir yandan da bunların elinden nasıl kurtulabilirim diye düşünüyordum. Başları olduğunu sandığım babayiğit olanı: “Dayı biz bu işin içinden çıkamadık. Sen doğrusu neyse söyle söz seni bırakacağım” dedi. Ben de doğrusunu, yani;  “Ilısu’nun” benim köyümün adı olduğunu söyledim. O sinirli sinirli beni dövmeye hazırlanan gençler başladılar kahkaha ile gülmeye. “Dayı sen de çok saf bir adammışsın. Var git yoluna. Sokaklarda fazla dolanma.” dediler de ellerinden böylece kurtuldum.  Komşular, eğer büyük şehirlere gider de benim gibi sizi çevirip sağcı mı, solcu mu olduğunuzu sorarsa anarşikler ‘Ilısu’danım’ deyin kesin sizi bırakırlar.” diye sözlerine son verdi. Halil dayı’nın tavsiyesini uygulayan oldu mu bilemiyorum. Beni hiç anarşikler çevirmediğinden işe yarayıp yaramadığını da test edemedim. Ölenlere Allah’tan rahmet, kalanlara uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

BAĞ BEKÇİLERİ

Sarıkaya’da ortaokulda okuyoruz. Arkadaşlarla bir hafta sonu tatilinde bahçeliklerdeki söğüt, kavak ağaçlarının altında avare dolaşırken …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.