Korona virüsün; yaşlı ve kronik rahatsızlığı olan, sosyal güvenliğe yük olan yaşlıları çok etkilediği, onları ortadan kaldıracağı dedikoduları çıkınca hemen yaşlılar korumaya alınarak evlerine hapsedildiler. İlk günlerde bu durumdan memnun olan, kendilerinin çok sevildiklerini düşünen yaşlılar aradan kırk gün geçince bunalmaya, “yeter artık bizi sevmeyin!” demeye başladılar. Bir an önce çarşı izni talep ettiler. Talepleri kabul edildi, hafta sonu tüm ülke hapsedilirken onlar sokaklardaydı.
Evimin balkonuna oturduğumda; pazara, markete gidenleri, ilerdeki büyük parkta oturanları görebiliyorum. İnsanlar önümden resmi geçiş yaparlarken, karşıdaki küçük parkın ona yakın bankı da görüş alanımdaydı. Balkonda otururken altmış beş yaş üstü vatandaşların parkta oturduklarını gördüm. Başladılar el çırparak oyun havası söylemeye. İçlerinden kısa boylu biri ayağa kalkıp oynamaya başladı. Ona eşlik eden olmayınca, “el alemin delisi ben miyim?” diye düşünmüş olacak ki, oynamayı bırakıp oturdu. Türkü de oynayan olmayınca boşa gitmemek adına kesildi. Konuşmak bedavadır. Aylardır diller şişip ağızlara sığmadığından, şişleri indirilmek sebebi maksadıyla sohbet etmeye başladılar.
Ne konuştuklarını duyamıyordum. Arkadaşları mahalledeki arsada futbol oynarken, pencereden iç çekerek izleyen Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanan çocuğun ruh halineyim. Hemen yanlarına gitmek için istek duydum ama istek duymak bir işe yaramıyor böyle günlerde. Polise yakalanırsam üç bin küsur lira ceza yiyip bir ay bir şey yiyememek tehlikesi var. Onları balkondan on beş dakika izlememin ardından cezayı göze alıp yanlarına gitmeye karar verdim. Giderken yanıma; yaşım altmış bir, görünüşüm yetmiş beş güvenini, kimliği bilerek evde bırakıp kimliksiz sokağa çıkma cezasını göze alma uyanıklığını, ev yakında, polis otosunu görünce hemen eve kaçma açıkgözlüğünü aldım, gittim.
“iyi günler gençler!” diyerek söze girdim. Konuşan, sözü kesilen kişi bana sert sert baktı. Böylece sözünün tarafımdan kesilmesini protesto etmiş oldu. Benim hiç umurumda olmadı. “Sen de mi altmış beş yaş üzerisin bilader?” dedi biri. Evet desem yalan söylemiş olacağım(yalan söylemeyi de, söyleyeni de sevmem) ona yanıt vermeden sözünü kestiğim Atatürk gibi kaşlarının ucu yukarı kıvrılmış yaşlıya doğru dönerek: “Sözünüzü kestim. Özür dilerim. Sizi böyle şen şakrak görünce dayanamadım yanınıza geldim. Buyurun sözünüze devam edin ben de dinleyeyim,” dedim. Sorusuna yanıt alamayan adam burnunu maskenin altından çekip yine aynı yerden boğazını temizledi. Herkes konuşan adama dönüp baktı. Adam: “Ben ne anlatıyordum ki? Unuttum, gitti.” deyince diğerlerine: “Neydi amcanın anlattığı konu?” dedim ortaya. Tahtaya ders anlatmaya çıkmış tembel öğrenci gibi önlerine baktılar. Konuyu bir Allah’ın kulu anımsamadı. Ya konu onları sarmamıştı da anımsamamazlıktan gelmişlerdi ya da gerçekten anımsayamamışlardı ve vebali boyunlarına idi.
Yeni konu açmak, ayak vermek(aşıkların atışmaları için verdikleri ayak olarak düşünün lütfen) bana düştü. Madem ben sohbeti sabote etmiştim cezamı çekecektim mecburen. Kısa bir düşünmemin ardından yaşlıların çok sevdiği ve üzerinde bin yıl konuşabilecekleri geçim derdini açmak istedim; “Evlerde hapistiniz. Maaşlarınızı nasıl aldınız? Evlerde yiyecek içecek var mıydı?” dedim. Beşi birden söze başladı. Bir süre konuştular. Konuşan çok olunca dinleyen olmaz malum. Ben birine bakarak: “ Eee..” deyince diğerleri sözü ona verdiğimi düşünerek sustu. Yaşlılar işte; “bu adam da kim? Hemen geldi sınıf başkanı gibi bizim sohbetimizi yönlendirmeye başladı.”diye bile düşünemediler. Şayet düşünen olmuşsa bile; kafasında tasarlayıp ağzına gelene kadar geçen sürede söyleyeceklerini unutmuş da olabilir. Allah var ben de bu grubun başkanlığına layık biriyim. Yaşım onlardan genç, aklım başımda, hiçbir şeyi unutmuyorum… kısaca; liyakatsa liyakat.
“Yeni gelen arkadaş, sen iyi bir adama benziyorsun. İyi ki aramıza katılıp yaramızı deştin,” derken başka biri: “sen kaç yaşındasın?” diye sordu. “Bana mı diyorsun?” diyerek zaman kazanmak istedim. Kazandım da. Adam sorusuna sahip çıkmayıp yanındakine eli ile işaretler yapınca ben: “Siz söyleyin kaç gösteriyorum?” dedim. Biri: “Yetmiş”, bir diğeri:“seksen” dedi. Bu yanıtlar (insanın yaşından büyük gösterilmesi böyle zamanlarda işe yarıyormuş) hoşuma gitti ve aralarındaki yerim daha da sağlamlaşmış oldu. Konuyu kapatıp, sınıf başkanı edalarıyla; “Sen söze başlamıştın amca, “yaramızı deştin” demiştin. Lütfen devam et,” dedim. Adam yanındakine dönüp (güya yavaşça): Adam seksen yaşında, ben daha almış yedimdeyim. Bana, amca diyor,” derken de kıs kıs gülüyordu. Söylediklerini gayet net duydum, duymazdan geldim. “Evet, sizi dinliyoruz,” dedim.
Derken, karşıdan polis otosu gözüktü. Beni aldı bir sızı. Ya kimlik kontrolü yaparsa? Oto yanımızdan geçerken korna ile selam verdi. Tüm yaşlılar ellerini kaldırarak selamı aldı kabul etti. Ben de aldım. Risk almaya değmezdi. Hemen kalkıp eve gittim. Çekirge bir sıçrar iki sıçrar misali bu günlük bu kadar çılgınlık yeterliydi. Ahmet.kocak16@hotmail.com
KORONA GÜNLERİNDE
EtiketlerManşet
Ayrıca bakın
YUNANİSTAN GEZİM-3
Kavala’da arabamla bir tur attım. Tarihi kentin dar ve güzel sokaklarında dolaşmaya başladım. Buradaki insanların …