Beldenin en zeki çocuğuydu. Yoksul bir aileden geliyordu. İlçesinde liseyi bitirdikten sonra derece yaparak Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandı. Öğrenim kredisi, ailesinden gelen az para ile ve devlet yurdunda kalarak, bulduğu işlerde çalışarak okudu. İlk yılda nasıl çok para kazanacağını keşfetti. Borsa’ya yeni arz olunan şirket hisselerini alıp değerlenince satarak, sanal para alıp satarak küçük birikimlerini büyütmeyi başardı. Üniversiteyi bitirdiğinde hesabında beş milyon doları vardı. Kısa dönem askerlikten sonra beldesine döndü.
Ağzı sıkı biriydi. Durumundan ailesinin bile haberi yoktu. İlk işi babasının yükünü almak oldu. Yoksul ailelere yiyecek yardımı yaptığını duyan babası:
“Oğlum bir işte çalışmıyorsun parayı nereden buluyorsun da hem bize hem yoksul insanlara yardım ediyorsun?” sorularına; “Korkma baba. Yasa dışı bir şey yok. Üniversitedeyken hem okudum hem para biriktirdim. Borsaya girdim. Sanal para alıp sattım.” diye verdiği yanıtlara babasının aklı bir türlü ermiyordu. .
Beldenin yakınlarından imara açılmamış tarlalar satın aldı. İnşaat sektörü de iyi para getiriyordu. Beş dönümlük, beldeye yakın tarlasına hazır beton istasyonunu belediye başkanının tüm engelleme çabalarına karşı kurmayı başardı. Beldede sürücü belgesi olan yoksul insanları işe alarak birkaç aileye iş ve aş sağladı. İş yerini üniversiteyi onun desteğiyle bitiren işsiz kalan küçük kardeşine emanet etti. Kendisi evde bilgisayar başında borsa ve sanal para ile para kazanmaya devam etti.
Aldığı pikapla birkaç yıl yoksul insanların pazar ve market gereksinimlerini karşıladı. Hükümetlerin yoksulluğu bitirmek için projelerinin olmadığını anladı. Yoksullara küçük yardımlar yaparak kapılarında bekletiyor, oylarını alarak iktidarlarını sürdürüyorlardı. Çalışmadan evinde oturduğu yerden gelen yardımlar da insanları tembelliğe, hazır yiyiciliğe itiyordu. Kendisinin yaptığı da iktidarlardan farksızdı. Köklü bir çözüme kafa yormaya başladı. Onların kendi ürettiklerini yemelerini, sürekliliğini sağlamalıydı. Yaşam pahalılığı yıl yıl yoksul aile sayısı artırıyordu. Böyle yaparak beldede yoksulluğu bitiremeyeceğini anladı.
Yardımseverliği onu sevilen bir insan yapmıştı. İnsanlar;
“Belediye başkanlığına aday ol, seni seçelim.” demeye başladılar. Bu öneriyi beğendi. Yoksulların sayısı varsıllardan kat be kat fazlaydı. Eğer yardım ettiği insanlar ona oy verirlerse kolayca seçilebilirdi. Seçilirse yoksulluğu kökten bitireceğini düşünerek bağımsız aday oldu. Seçimden önce diğer adaylar karalama kampanyasına başladılar;
“Kel Kazım’ın oğlundan belediye başkanı mı olurmuş?”
“Kara para aklıyormuş.”
“Hırsızlık yaparak para kazanıyormuş.”
“Zengin birini öldürüp parasını almış.”
“İstanbul’da okurken kadın pazarlamış.”
Karalama sözde kalmadı dava açtılar. Bir sonuç alamadılar. Ne kadar yıpratmaya çalışsalar da yardım ettiği yoksullar:
“Nasıl para kazandığı bizi ilgilendirmez. Adam iyi bir adam.” diye düşünerek oylarını verdiler ve büyük farkla onu başkan seçtiler. Başkan seçilmesi yoksulluğu bitirmesi için fırsat olabilirdi.
İlk işi yirmi dekarlık kendi tarlasını ikişer dönümlük parsellere ayırmak oldu. Rakiplerinin;
“Hah bak ilk kendi tarlasını imara açtı gördünüz mü?” sözlerine aldırış etmedi. Arsaların alt yapısını halletti. Girişleri zıt yönden ikişer katlı evler yapıp önlerinde ikişer dekarlık bahçe ayırdı. Bahçelerine meyve ağaçları diktirdi, bahçenin bir ucuna üç beş inek bakacakları ahır, kümes hayvanları yetiştirecekleri kümes yapmayı da ihmal etmedi. Çekemeyenler belediye olanaklarını kendi çıkarları için kullanıyor, diye mahkemeye başvurdular. Dava sürerken; kirada oturan en yoksul on sekiz aileye evin mülkiyetini bedelsiz devretti. Onların krediyle büyükbaş hayvan almalarına da ön ayak oldu. Çok çocuklu ailelerin mutluluklarına diyecek yoktu. Açılan dava da beratla sonuçlandı.
Böyle bir şeyin nasıl olabileceğine şaşıran belde halkı ne diyeceğini bilemedi. Bu olaydan sonra rakipleri bile onu takdir etmeye başladı. Bir yılın sonunda o evlere yerleşen aileler gönenmiş, insan gibi yaşar olmuşlardı. Bahçelerinde sebze yetiştiriyor, evlerinde yumurta, et, süt bolca oluyordu. Süt satarak borçlarını ödüyorlardı. Başkan diyor başka bir şey demiyorlardı.
Bundan sonra hazine arazilerini önce belediyeye geçirip ardından da aynı sistemle diğer yoksula ailelere dağıtmaya başladı. İyi niyetinden emin olan devlet görevlileri de zorluk çıkarmadılar. Beş yıllık dönemin sonunda beldede yoksul aile kalmadı.
Çevre köylerdeki yoksullar da belki başkan bize de bir ev, arsa verir ümidiyle beldeye göçmeye başladılar. Beş yıl önce ölü olan belde canlanmaya, ticaret artmaya, insanlar mutlu olmaya başladılar. Maddi durumu iyi olan insanlar bir araya gelerek fabrikalar açmaya çevrede yetişen ürünleri işlemeye başladılar. Beldeye çok nüfus geldiği için belde hükümet tarafından ilçe yapıldı. Devlet memurları da atanınca esnaf için geçim daha da iyileşti.
İlk dönem sona erdi. Tekrar aday oldu. Seçim sonucunda ondan önceki başkan seçildi. Halk oy vermemişti. Belediyenin ilk meclis toplantısında yeni başkan:
“Belediye arsalarının satılmasını oylarınıza sunuyorum; isteyenler, istemeyenler… Oy birliğiyle kabul edilmiştir. İlçemize hayırlı olsun!” Babasına sızlandı;
“Baba beni neden seçmediklerini hiç anlayamayacağım.”
“Sen halka cebinden koyarak iyilik ettin, kötülük buldun. Bu hep böyle olmuştur. Hiç şaşmaz. Ev verdiklerin bile sana oy vermediler. Senden önceki başkan satacak bir şey bırakmamıştı. Ona da iyiliğin dokundu. Şimdi seçilen de sayende satıp yiyecek arsalar buldu.
Altın yumurtlayan tavuk öyküsünü bilirsin. Bu ülke altın yumurtlayan tavuklarını kesen bir ülkedir. Üzülme oğlum. Yuvanı kur, işine bak.”
ahmet.kocak16@hotmail.com
