Yılların gazetecisi Fahri Bey aradı:
“Ahmet Bey, Doburca Belediye Sosyal tesislerinde kahvaltılı basın toplantısı var. Katılmak isterseniz? Birlikte gidelim.” dedi. Hep merkezde ve yakınlarımda olan haberlere katılıyordum. Bu kez uzaktaki bir basın toplantısına katılayım diye düşünerek “gidelim” dedim. Sabah dokuzda Teleferik meydanda buluşmak üzere anlaştık.
Buluşup belediye otobüsüyle Setbaşı’na geldik. Doburca’ya hangi otobüsün gittiğini sordu. 1/A Emirsultan’dan kalkıp Doburca’ya gidiyormuş. Başladık otobüs beklemeye. Beklerken;
“Fahri Bey yılların gazetecisisiniz. Otobüs beklerken anlatın da vakit geçsin” dedim. Başladı anlatmaya:
“Gazeteci arkadaşlarla Uludağ’a çıktık. Telesiyejlere bindik. Anımsarsın kaza olmuştu. Biz de havada mahsur kaldık. Kurtarma ekipleri geldi. Tel hattında kurtarma balonları getirmişlerdi. Beni bir balona bindirdiler. Balonun havasının az olduğunu gören diğer arkadaşlar binmedi. Balonda tek başımayım. Rüzgâr balonu sürüklemesin mi? Bu balon beni öldürecek korkusu yaşamaya başladım. Çırpınıyorum, bağırıyorum. Arkadaşlar gülüyorlar. Neyse ki balon iple halatlara bağlıymış da yere düşmedim. Kurtarıcılar teller üzerinden gelerek balonu yakalamayı başardılar da kurtuldum.”
Otobüs gecikince Çekirgeye giden bir otobüse bindik. Nasıl olsa tüm Bursa’dan kalkan Doburca otobüsleri oradan geçecekti ve nasıl olsa birini yakalayıp binebilecektik. Bu kez de Çekirge meydanda otobüs beklemeye başladık. Ben:
“Vaziyete göre çok bekleyeceğiz. Başka anı yok mu Fahri Bey?” diye sorarak zamanı değerlendirmek istedim.
“Olmaz olur mu? Yine böyle bir habere gideceğim. Basın bürosuna girdim. O zaman eski adliyede basın büromuz vardı. Şimdi Kent Müzesi yaptılar. Baktım ki fotoğraf makinemde film bitmiş. Arkadaşlardan yardım istedim. Ayhan adında bir arkadaş bir makine uzattı:
“Al bunu kullan. İstediğin kadar resim çek” dedi. Teşekkür edip makineyi aldım. Olay yerine vardım. Başladım resim çekmeye. Çektim çektim baktım makinenin filmi bitmek bitmiyor. Yanlış anımsamıyorsam 36 çekimlikti film ruloları. Denemek için on on beş resim daha çektim yine bitmedi. İçini açıp baktım ki içinde film yok. O kadar zahmet çekmiş, eli boş dönmüştüm. Döndüğümde Ayhan kahkahalarla gülüyordu. Meğer çok kişiye yapmış bu şakayı.”
Kırk beş dakika beklememizin ardından 1/A geldi bindik. Ayhan Bey şoföre Belediye Sosyal tesislerinde indirmesini rica etti. Şoför bizi ıssız bir orman yolunda indirdi. Yukarı doğru yürümeye başladık. Lojman benzeri binaların önündeki kulübede güvenlik görevlisine sosyal tesisleri sorduk. Tesislerin en az iki km yukarıda olduğunu, istersek geçen bir arabaya bizi bindirebileceğini söyledi. Zaten duraklarda bekleyerek çok zaman kaybetmiş ve yorulmuştuk. Güvenlik görevlisine teşekkür edip, geri dönmeye karar verdik. Dönüş durağında yaşlı bir kadınla bir genç adam vardı. Fahri Bey kendinden yaşça küçük kadına:
“Merhaba anne otobüsün gelmesi yakın mıdır?”
“Evet, on dakika sonra gelir.”
“Siz bu köylü müsünüz?”
“Evet. O dediğiniz sosyal tesislerin yeri bizimdi. On dokuz dönümdü. Belediye zamanında elimizden aldı. Bir su deposu, bir de sosyal tesisi yaptı.”
“Zorla almamıştır herhalde.”
“İstimlak ettiler ve o zamanın parasıyla bedelini bize ödediler. Siz ne iş yaparsınız? Milletvekili misiniz yoksa?”
“Biz gazeteciyiz. Bir haber için sosyal tesislere gelmiştik. Tepeyi yaya çıkmayı gözümüz almadı. Geri dönmeye karar verdik.” Konuşmaları dinleyen o köylü genç elinden hiç düşürmediği anlaşılan püsküllü tesbihini şakırdatarak;
“Bak bu ses otobüs motorundan geliyor. Ben motor meraklısı biriyim. Bir kartal aldım dev bir motor ve güçlü ses sistemi taktırdım. Çok iyi bilirim. O motor sesi yanımızdan dizel bir otomobil olarak geçti gitti. Külhanbeyi hareketlerinden, konuşma tarzından rahatsız olduğum gence sordum:
“Bilemedin. Sen kabadayı mısın genç adam?”
“Evet, kabadayıyım.”
“Kimlere kabadayılık ediyorsun?”
“Köyümüze gelip etrafı rahatsız edenlere.”
“Araban muayeneden geçiyor mu?”
“Geçiyor. Onları motor gücü ve hoparlör ilgilendirmez. Bir keresinde biri geçirmedi ben de kavga ettim. Mahkemelik olduk. Hâkim: “Motor ve hoparlör sisi ilgilendirmez, dedi berat verdi.” O sırada otobüs geldi ve heykele geldik.
Birlikte birer çorba içtik. Habere gidip elimiz boş dönmüştük. Üzülen Fahri beye: “Üzülmeyin ben bu günümüzü yazarım. Haberden de daha çok okunur.” diyerek teselli etmek istedim. Gazetecinin boşa geçen bir gününün haber değeri vardır elbette.
ahmet.kocak16@hotmail.com
