Anasayfa / Güncel / HANEYE DÜŞEN ATEŞ

HANEYE DÜŞEN ATEŞ

Otuz katlı, rezidansın yirminci katında ‘Samanlıktaki İğne’ kitabımı okuyan sosyetik kadın, ayracı kaldığı sayfaya koyup, Fransız penceresinden gece kondu mahallesine doğru baktı. Karınca sürüsüne benzeyen bir takım insanların kor ateş düşmüş evle, erkekler için ayarlanan dernek binası arasında gidiş gelişlerini izledi bir süre. Neden toplaştıklarına bir anlam veremedi…
1981 yılında 23 Nisan bayramını yaptıktan sonra İstanbul’a Aniş Teyzemin Bağcılar’daki evlerine ziyarete gitmiştim. Oğlu Hasan okuldan geldi. Çantasını halı yastıklı, patiska işlemeli somyaya bıraktıktan sonra, “anne, öğretmen sizi okula çağırdı. Yarın okula gidecekmişsiniz.” Aniş Teyzem:
“Napacamış bizi? Yine para isteyecek besbelli.” Ben alındım:
“Teyze, benim öğretmen olduğumu unuttun mu?” diye sordum.
“Yok, gurban olduğum ben, sana demiyorum. Bizim oğlanın öğretmenine diyorum. Sen her hafta para istemiyorsundur velilerden.”
Aniş Teyzem ve Menduha Teyzem genç kızken ben ilkokula gidiyordum. Yattığımız odanın soğuk olduğu günlerde beni ortalarına alır genç kızca sohbet ederlerdi. Sohbetlerinin ve yatağın sıcaklığının huzuru ile uyur kalırdım. Büyükçalağıl köyündendiler. Aniş Teyzem, aynı köyden Ablası Döndü’nün küçük kayını Fevzi Dursun’la evlendi. İki kız kardeş, iki erkek kardeşle evlenmişlerdi. Aynı zamanda kocaları halalarının çocuklarıydı.
Kendilerini büyüten tarlalar; evlendikçe büyüyen haneye yetmez olunca iki kardeş İstanbul’a taşındılar. Bir fabrikada iş bulup çalışmaya başladılar. Birbirine yakın iki gece kondu yapıp kiradan kurtuldular.
Fevzi Eniştem şakacı, cana yakın, kent yaşamına uyum sağlamış, sosyal bir insandı.
“Ahmet, sabah birlikte çalıştığım fabrikaya gidelim de sana fabrikayı gezdireyim” dedi. Sabah belediye otobüsüyle Derby Fabrikası’na gittik. Yahudi olduğunu söylediği patronunun odasına girdik;
“Ahmet, benim öğretmen yeğenimdir patron. İznin olursa fabrikayı gezdirmek isterim” dedi. Patronu: “Tabi tabi olur. Çok da memnun olurum. Öğretmenlik önemli meslektir. Öğretmenler öğrenmeli ki öğrencilerini iyi yetiştirsinler. Fevzi Bey, fabrikayı gezdirdikten sonra sana bu gün izin vereyim İstanbul’u da gezdir Ahmet Bey’e” dedi. Jilet fabrikasında ustabaşı olarak çalışan Fevzi Enişte üretim bölümlerini anlatarak gezdirdi. İşçilerle tanıştırdı.
Bakırköy’de olan fabrikayı gezdikten sonra sahilden sandal kiraladı ve nöbetleşe kürek çekerek gezdik. Benim için güzel bir gündü. Zaman zaman karşılaştıkça görüştük. Kırk yıldır evlerine gitmek bir daha nasip olmadı.
Teyze oğlu Hasan büyüdüğünde koşullarıyla, kültürüyle Büyükçalağıl Köyü’ne dönen İstanbul’da iş bulamayınca Fransa’da çalışan kendi köylülerinden birinin kızıyla evlenip, Fransa’ya işçi olarak gitmiş. Babası ekmeğini İstanbul’da bulmuştu o da Fransa’da. Çocukları olmuş. Fransa’da doğup büyüyen, araba ve motosiklet meraklısı oğlu Bilal araba tamircisi olmuş.
Orhaneli Müftüsü, Menduha teyzemin oğlu Ahmet Fuat Çandır telefon etti;
“Ahmet Abi Aniş Teyzemizin torunu Bilal motosikleti ile kaza yapmış. Maalesef kendisi ve çarptığı arabanın sürücüsü kadın vefat etmiş. Daha yirmi üç yaşındaydı. Birlikte cenazesine gidelim mi?” diye sorunca bu acı olaydan haberim oldu.
Fransız polisi soruşturma nedeniyle cenazeyi bir hafta sonra teslim edince 15 Ocak’ta gencecik fidanı Ayazağa mezarlığında toprağa verdik. Gönül isterdi ki ölümünde değil düğününde bir araya gelelim. Kader işte…
Sıralı ölüme razıydık hepimiz. Bu sırasız ölüm hepimizi sarstı. Allah rahmet eylesin Mekânı cennet olsun. Teyzemin, eniştemin, kuzenim Hasan’ın acısına ortak olmak istedik, sabır diledik. Ateş düştüğü yeri yakar; artık bu kor ateş; İstanbul’da 3 milyon 886 bin 890 haneden biri olan ve bu hanede hiç sönmeden yüreklerini yakmaya devam edecek…
Belediye tüm cenaze hizmetlerinin yanı sıra etli pilav ve ayran göndermiş. Uzaklardan gelen bizim gibiler için çok güzel bir hizmetti. Var olsunlar.
Kalabalığın telaşlı gidiş gelişlerini bir süre izleyen kadın; buzdolabındaki eti, sütü, yumurtayı; sepetindeki ekmeği, gardırobundaki giysileri üretenleri, güvenliğini sağlayanları, evini temizleyenleri hatta okuduğu kitabın yazarını yüksekten bir süre daha izledi. Acılarını anlayamadı Yüksekten bakınca acılar anlaşılamıyordu. Tekrar kanepesine uzandı. Kitabını kaldığı yerden okumaya devam etti:
“Hey gidi koca Dünya; dedem, babam ve ben aynı yüz yılda değirmenin hızla dönen taşına sıra ile düşen çavdarlar misali, değirmenin üstündeki ambara konulduk, sıramızı bekledik. Bu taşların arasına önce dedemin, ondan on beş yıl sonra babamın düştüğüne şahit olduk; sıranın bana geldiğinin de bilincindeyim.

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

HER GÜN SICAK İFTAR YEMEĞİ BELEDİYEDEN

Sarıkaya Belediyesi Ramazan ayı dolayısıyla ilçemiz emekliler lokalinde iftar çadırı kurarak ihtiyacı olan ailelere toplu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.