Anasayfa / Güncel / MUSTAFA TOPALOĞLU’NU ZİYARET 1 (Yazı Dizisi)

MUSTAFA TOPALOĞLU’NU ZİYARET 1 (Yazı Dizisi)

Şahin Güvenç telefon etti; “Ahmet Hoca, Mustafa Topaloğlu’nu ziyarete gideceğiz pazar günü. Siz de gelmek ister misiniz?” Hastaya kar sorulur mu? Giderim elbet. Olay, Yozgat iline bağlı Sarıkaya ve Boğazlıyan ilçeleri arasında geçer…
OLAYIN KAHRAMANLARI:
Şahin Güvenç; Hisarbey Köyü’nden, Hollanda’da Kimya öğretmenliği yapar, araştırmacı yazar, çiçek ve doğasever, düşünerek, dikkatli, yavaş konuşur(diplomat olacak adam), ‘İki Ayaklılar, Dört Ayaklılar, Doğaları’ adlı bir kitabı vardır. Kitabı okumadan adını okuyup, kapak resmindeki sırrı çözmeye uğraşırken bulursunuz kendinizi. Kitabın birinci sayfası kapakla başlamış gibidir…
Mustafa Gürel; Akçakışla Köyü’nden. Köyden ortaokula ilk başlayan kişidir. Öğretim görevlisi, emekli tıp profesörü, şair (birçok şiiri bestelenmiştir. “Mihriban” türküsünün sözlerini ilk yazan kişi olduğu söylenir), şiir kitapları sahibi, yavaş sesle dikkatli konuşur, ciddi bir adam(bilim insanıdır ve bilim ciddiyet gerektirir), Türkçe aşığı, alçakgönüllü, eski Adnan Menderes Üniversitesi rektörü… (burada bırakayım. Devam edersem asıl olayı yazacak yer kalmayacak.)
Yüksel Koç; Hisarbeyli, emekli, ozan, köşe ve öykü yazarı; duygusal bir insandır. S.Arabistan’da, Libya’da çalışmış, oraları ve ülkemizi karış karış gezmiş, anı ve duyguları heybesine doldurmuş azar azar bizimle paylaşır…
Ahmet Koçak; Ilısu Köyü’nden, emekli eğitimci, köşe yazarı, yayımlanmış üç kitabı vardır. Espritüel, insanları sever, onları ciddiye alır, dikkatle dinler. İnsanlar umurunda, dünya umurunda değildir. İyi bir gözlemci, gözlemlerini bir bir yazar; “ beni de yaz” diyeni çoktur. Ninesi; “beni de yaz diyenin çok olsun yavrum” demiş gibidir…
Mustafa Topaloğlu; Durun, daha tanışmadık…
Şahin Güvenç’in Kayseri’den kiraladığı beyaz Fiat Egea’dayız. İstikamet Boğazlıyan- Oğulcuk Köyü. Emekli öğretmen Mustafa Topaloğlu’nu evinde ziyaret etmek için düştük yollara yollara…
Mustafa Topaloğlu ile Facebook’tan tanışıyoruz. Mesajla sohbet ettik. Mustafa Gürel ve Yüksel Koç gibi Facebook’tan samimi(?) arkadaşım ama yüz yüze ilk kez karşılaşacağız. Şahin Güvenç’le geçen hafta; Mustafa Gürel ve Yüksel Koç ile arabaya binince tokalaştım. Yüce Rabbim sonunda Mustafa Topaloğlu ile de tokalaşmayı nasip edecek…
“Otomobili süren Şahin Bey: “Arkadaşlar bu yolda hız sınırı kaç?” diye soruyor. Bilen yok. Kimse burada yaşamıyor. Şoför mahallinde oturan Prof. Mustafa Gürel yavaş sesle konuşuyor. Öne eğilerek sözcükleri duymaya çalışıyorum. Yarısını duyamıyorum. Eksik parçaları zihnimde tamamlamaya çalışıyorum. Zekâ geliştirici bir oyun gibi sürüyor söyleşimiz. Ben bağırarak konuşuyorum. Arabadan taşan sesimi tarlalarda olan börtü böcekler bile duyuyor, sözlerimin devamın merak edip arabanın peşinden uçan, koşan böcekler yetişemiyorlar tabi arabaya…
Boğazlıyan’dayız. Ben, resim çekerken onlar, “Oğulcuk Köyü’ne nasıl gidebiliriz?” sorusunun yanıtını bulmaya çalışıyorlar.
Yaşasın! Oğulcuk Köyü’ndeyiz. Köyü bulmakla sorun bitmedi. Mustafa Bey’in evini bulmak için yolda gördüğümüz birine soracağız. Yolda kimse yok. Git git yok. Belki de geçtik gidiyoruz evi. Derken, birine soruyoruz; “ben de konuğum bilmiyorum” diyor adam. Hep öyle olur zaten. Birine adres sorarsınız “ben burada yaşamıyorum, bilmiyorum” der. İçerden yaşlı biri sorumuza sahip çıkıyor. Yolu tarif ediyor; “bu benim damat olur. Nevşehir’de genel cerrahtır. O bilemez ki” diyor. Tarifi bilmece gibidir. Olsun, çözeriz evvel Allah. Araba bilim insanı, yazar ve şair dolu. Tarifteki şifreleri çözer buluruz elbet. Tarif üzere gidiyor, bulamıyoruz. Bilim adamlığı, şairlik, yazarlık pek işimize yaramadı. Zaten bazen işe yaramaz. Hani kayıkçı kayık alabora olurken kayıkta olan bilim insanlarına; “yüzme biliyor musunuz?” diye sormuş ya fıkrada, o hesap. Başka birine soruyoruz onun tarifi üzerine gidiyoruz. Sonuç yine hüsrandır. Köyün dışına çıktık evi bulamadık. Biz neyse de Şahin Güvenç’ e ne demeli; sen ta Hollanda’dan gel, köyü bul; köyün içinde köyden bir evi bulama.
Sol tarafta gördüğüm, son tek katlı evin balkonunda oturanlara soruyorum tarif ediyorlar. Arabaya doğru sevinçle bir gelişim var ki görmelisiniz. “Evraka! Evraka!” coşkusuyla; “çok yaklaşmışız! Hadi sür Şahin Hoca!” Evi değil de suyun kaldırma gücünü bulmuş gibi sevinç içindeyim. Köyde yine dolandık durduk sonuç aynı. Bulamadık. “Arkadaşlar, Mustafa Bey’in telefonu yok mu sizde? Bulamıyoruz işte. Telefon etseniz.” dedim. Şahin Bey telefon etti. O sıra; “dünyayı gezmiş, bilim ve yazın insanlarısınız bir telefon açmak gelmiyor aklınıza. Ben de olmasam haliniz nice olur!” düşünceleri geçiyor aklımdan. Demiyorum.
Nihayet Facebook’ta vesikalık resmini gördüğümüz adam ana yola çıkmış bize el ediyor. Evi buluyoruz. Arka tarafında ekili bahçe görülen evin önündeki masaya(sandalyeye) oturmadan önce oturma düzenini sağlamaya çalışıyorum; “Mustafa Bey, siz her zaman oturduğunuz yere oturun lütfen. Biz nereye otursak olur.” diyorum. Mustafa Topaloğlu başköşeye oturuyor. Ben de karşısında yerimi alıyorum. Boyun fıtığım olduğu için söyleşinin merkezinde yer alacak ev sahibine karşıdan bakmalıyım. Diğer arkadaşlar yanlara sıralanıyorlar.
Evde devamlı oturduğum yerim vardır. Konuk geldiğinde; yerime oturursam güzel konuşur, konukları mutlu ederim. Eğer konuğun biri yerime oturmuşsa çaresiz başka bir yere ilişirim. Yerimi yadırgadığım için pek konuşamam. Konuklar benim bu durgun halimi kendileri ile yeterince ilgilenmediğime yorarlar. Bunu bildiğim için ev sahibini yerine oturttum. Mustafa Topaloğlu’nu tut tutabilirsen artık…
Tanışma faslı çabuk bitti. Hepimizi, yazdıklarımızdan ve Facebook görünüşümüze koyduğumuz gençlik resimlerimizden tanıyor; “siz Prof. Mustafa Gürel, siz geçen hafta Yerköy’ü yazan Ahmet Koçak, siz Ozan Yüksel, siz Yazar Şahin Bey’siniz.” diyerek bizi bize tanıttı. Facebook’tan Allah razı olsun kendimizi tanıtma sıkıntısından kurtardığı için.
“Her yazarın bir tarzı vardır. Biri diğerine benzemez. Ben yazarların tarzını çiçeklere benzetirim; hiç birinin görünüşü, kokusu, tadı diğerine benzemez” dedim. Mustafa Gürel: “Ben de parmak izine benzetirim.” dedi. Söyleşimiz, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmamız gerektiği üzerine devam etti. Laf lafı açtı; konuşmacıyı dinleyenler, konuşanın ardından kendisinin neler söyleyeceğini tasarlayıp, hazır kıta bekledi. Konuşmacının sözünü bitirdiğine kanaat getiren diğeri aldı sözü. Söz kesme yaşanmadan, nezaket içinde söyleşimiz sürdü (eğitimli ve medeni insanlar).

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

HER GÜN SICAK İFTAR YEMEĞİ BELEDİYEDEN

Sarıkaya Belediyesi Ramazan ayı dolayısıyla ilçemiz emekliler lokalinde iftar çadırı kurarak ihtiyacı olan ailelere toplu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.