Anasayfa / Güncel / ORTAOKUL ÖĞRETMENLERİMİZ-2

ORTAOKUL ÖĞRETMENLERİMİZ-2

Tek öğretmenle beş yıl geçiren çocuklar buradaki öğretmen bolluğuna şaşırıyorlar. Her biri farklı şeyler istiyor. Çocuklar nasıl davranacaklarını bilemiyorlar. Bu yüzden sık sık dayak yiyor veya dayak yiyenlere tanık oluyorlar. Çocuklar öküzlerini ahıra bağlamış, meseslerini duvara dayamış, ahır sekisindeki yerine koydukları idare lambasını üfleyip gelmiş gibiler.” Genç bir öğretmen açtı kapıyı;
Hacı Taştan; Dil Tarih Coğrafya Fakültesi mezunuydu. Kavgacıoğlu Köyü’ndendi. Atanmadan önce vekil olarak Fransızca derslerimize girerdi. Ellerini açar, el ayalarını birleştirip çevirirken Azor Adalarını, Alize rüzgârlarını anlatırdı. Sonra ataması yapıldı. Sanıyorum mesleğine Sarıkaya’da başlayıp Sarıkaya’da bitiren bir öğretmendi. Öğretmen Lokalinde meslektaşı olarak birkaç kez okey oynadık. O oyunlardan sonra öğretmenlerimizin de bizim gibi insanlar olduklarını anladım.
İlçe merkezinden gelen öğrenciler ve köylerden gelen öğrenciler giysilerine bakılarak ayırt edilebiliyor. İlçenin tek okulu olduğundan; zenginlerin, yoksulların, belediye başkanının, müdürlerin, memurların, köyde çobanlık, çiftçilik yapanların çocukları aynı okulda okuyorlar. Eğitimde fırsat eşitliği var. Sınıfın kapısı yavaşça açıldı. Eliyle işaret ederek: “oturun evladım” diyen öğretmen;
Veli Erkaya ilkokuldan gelir, Coğrafya dersimize girerdi. Yenikışla Köyü’nden Pazarören Köy Enstitüsü mezunuydu. Orta boylu, esmer, sakin, sevecen bir öğretmendi. Bize “evladım’ diye hitap etmesi pek hoşumuza giderdi.
İlçede sağlık ocağı, hastane, doktor yok. Hasta olanlar ya Yozgat’a ya Kayseri’ye gidiyor. Yozgat’ta bir uzman doktor varmış, diye söylerlerdi. İlçemize Hasbekli bir doktor gelmiş. Adı Hüseyin Güler’miş. Şimdiki Yıldız Eczanesi’nin oralarda bir dükkâna muayenehane açmış, halkı ve öğrencileri tedavi etmeye uğraşıyor. Biz de doktorla muhatap olmak için hasta numarası yapıp muayeneye gidiyoruz. Nur yüzlü dedikleri böyle insanlar olmalı; doktorun yüzü ışıklar saçıyor, sağlık fışkırıyor gibi. Yine sınıfın kapısı sertçe açılıyor; ‘oturun eşşek çobanları’ diyor.
Lokman ERTAŞ’tır derse giren öğretmen. O da ilkokuldan derslerimize girenlerdendi. Kısa boylu, göbekli, gözlüklü, esmer bir insandı. Öğretmen Okulu mezunuydu. Aslen Sorgunlu olan öğretmenimiz Sarıkaya’dan evli olduğu için hep Sarıkaya’da yaşadı. Müzik dersimize mandoliniyle girerdi. Bizi ‘eşşek çobanları’ diye severdi.
Yeni hamamların inşaatı devam ediyor. Üstü açık eski hamamlar terk edildi. Sıcak su bir borudan akıyor; havuzda otuz santimlik bir göl oluşturup diğer borudan çıkıyor. Giriş kapısı, tahta soyunma odalarının kapıları yağmalanmış, öğrenci evlerini ısıtmada kullanılmış olmalı. Sıcak su, öğrencilere bedavadan yıkanma, çamaşırlarını yıkama olanağı sağlıyor. Geceleri Uyuz Hamamı’na gitmeye gerek kalmıyor. Etrafı çevrili, bedava hamam gibisi yoktur. İşte başka bir öğretmen derse girdi;
Ali ESMER; Koçcağız Köyü’nden öğretmen okulu mezunudur. İlkokuldan gelir Tarih derslerimize girerdi. Sırtı hafif aşağı doğru eğik yürür, orta boyda bir adamdı. Orta ikideyken depreme onun dersindeyken yakalanmıştık. Biz dışarı kaçışırken o da koşuyor ve bir yandan da bağırıyordu: “Not defterimi getirin! Not defterimi getirin!”
Yeni hamamlar çalışmaya başladı. Eskiyi yıktılar. Parası olmayan gariban öğrenciler akşamları geri Uyuz Hamamı’na gitmeye başladı. Bizim otelin yanından bir dere akardı. Dere, Karayakup’a giden yolun üzerindeki köprüden geçer Hamamözü’ne karışırdı. Otelin karşısındaki arsamızın üzerinde kiracımız olan bir marangoz atölyesi vardı. Şiddetli yağan bir yağmurda taşan sel suları marangozun tomruklarını, tahtalarını önüne katıp köprünün ağzını tıkayınca bir felakete neden olmuştu. Yeni hamamları, bizim oteli ve çevredeki evleri, tekel binasını su basmış yetmiş santimlik çamurla doldurmuştu. Hamamlarda can pazarı yaşanmıştı. İnsanlar hamam kıyafetleriyle zor kurtarılmıştı. Tekelden karton karton sigaralar, rakılar bahçeliklere yayılmıştı.
Çatık kaşlı bir öğretmen girdi dersimize;
Mutu Mert İlkokuldan gelir, Tarım dersimize girerdi. Yenikışla Köyü’nden, Köy Enstitüsü mezunu, uzun boylu, kilolu, çok ciddi bir öğretmendi. Ceketini iliklemekte zorlanırdı. Disiplinli biriydi. En sevmediği şey; silgisi ve arkası kemirilmiş kalem görmekti. Onları görünce bağırırdı; “Miskin herif! Vatan haini! Sen bu milli serveti kemirmeye utanmıyor musun? Bir daha görmeyim!” Kurşun kaleminin başındaki silgiyi ve tahtasını kemiren çocukları ceketinin omuzlarından yakalar ileri geri sarsardı. Bazen öfkeyle ceketleri omuzlarından aşağı doğru yırttığı da olurdu. Yoksulu dövme ceketini yırt sözü o olaylardan sonra söylenmiş olmalı.
İlçede herkes içme ve kullanma sularını mahallelere yayılmış çeşmelerden helkelerle, güğümlerle taşırdı. İlçenin varsılı da yoksulu da suyunu çeşmeden alırdı. Hayvanları da çeşmelerin havuzlarına getirip sularlardı. Bu durumda da eşitlik vardı. Süleyman DEMİREL’in hep başbakan; Osman EKİNCİ, Mehmet TEKİN ve Lütfi AKKAYA’nın hep sınıf başkanı oldukları yıllar…
Beden Eğitimi dersimiz bekçi düdüğünün keskin sesiyle başladı.
Öğretmenimiz Kamil Kılıç; Kayserili, öğretmen okulu mezunu bir öğretmendi. Saçlarını geriye doğru tarar, şık giyinirdi. Yüzünde sanıyorum çiçek hastalığından kalma izler vardı. İlçede oturur, görev yaptığı Ilısu Köyü’ne yürüyerek giderdi. Okulu olmayan köyümün toprak damlı bir odasında beş sınıfı bir arada okuturdu. Babamla arkadaş oldukları için ben de altı yaşında birkaç ay kayıtsız öğrencisi oldum. Bir öğrenciyi dövmesi ve burnunu kanatması üzerine korktum, ağladım. Onu bırakıp beni susturmakla uğraşmıştı. O olaydan sonra okula gitmedim. Ortaokula başladığımda Beden Eğitimi dersimize girerdi. Bir kez kulak memelerimi yoğuran Mustafa Şimşek’in elinden kurtarmıştı beni sağ olsun. Bekçi düdüğü ile bizi 19 Mayıs hareketlerine hazırlardı. Bütün öğrenciler ondan çok çekinirdi. Kışın dersi içeride yapmak için sınıfa girdiği sırada ceketini ilikleyen bir erkek öğrenci aşağı eğildi, eliyle reverans yaparak Kamil Kılıç’ı ‘buyurun’ diyerek sınıfa buyur etmişti. Dalga geçtiğini düşünmüş olmalı ki; bayağı bir dövmüştü o kibar öğrenciyi. Uzun yıllar Sarıkaya’da görev yaptı.
Şemsettin Açıkel, Mustafa Çulha, Tahir Çınar, Cevdet Erdoğan(İlkokul öğretmenim), Mehmet Çınar ve adlarını unuttuğum onlarca öğretmen ortaokulda benim okuduğum sınıflarda derslere girmediler. Başka sınıfların çeşitli derslerine girdiler. O yıllarda Sarıkaya’da bulunmaları bizim kuşak için büyük bir şanstı. Onların sayesinde okuyup meslek sahibi olduk. Okul arkadaşlarım altmış beş yaş üzeri hepsi emeklidir.
Yazarken; ailem, öğretmenlerim, okul arkadaşlarım, görev yaptığım meslektaşlarım, öğrencilerim, velilerim kalemimin ucundan tutar yazmamada yardımcı olurlar. Arkamda güçlü bir yazım ekibim varmış gibi hissederim. Onların gölgesinde kolay yazarım. Adını yazmayı unuttuklarımın hoşgörüsüne sığınıyor, tüm öğretmenlerimizi saygıyla anıyorum.
ahmet.kocak16@hotmail.com

Hakkında Mustafa TEK

Ayrıca bakın

HER GÜN SICAK İFTAR YEMEĞİ BELEDİYEDEN

Sarıkaya Belediyesi Ramazan ayı dolayısıyla ilçemiz emekliler lokalinde iftar çadırı kurarak ihtiyacı olan ailelere toplu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.