Evimin balkonundan görülen küçük bir park var. Yürüme mesafesindeki büyük parka gidip yürüyüş ve spor yapanlar yorulur, dönüşte bu küçük parka oturur eve gitmeden terlerini soğuturlar. Balkondan bakar, banklar kalabalıklaşmaya başlayınca giyinir giderim yanlarına. Daha çok yaşlı olanları tercih ederim. Yaşlılarla muhabbetim köy öğretmenliğimden gelir.
Yine toplaştılar. Son kalan yeri de kaptırmadan parka gittim. Karşı bankta üç kişi, bizim bankta da üç kişi olduk. Kontenjan doldu.
“İyi günler gençler!” diyerek yerime oturdum. Bu selamıma “günaydın” diye birkaç kişi karşılık verip kaldıkları yerden söyleşilerine devam etti, beni kâle almadılar. Almasınlar zaten; söyleşinin benim üzerimden yürümesini yazmayı sevmem. Yaşı altmış civarında olan, sağlıklı gözüken yüzünün tersine eski püskü giysiler içindeki adam: “Vallahi Allah sizi inandırsın bu zamlardan sonra durumum iyice kötü oldu. Derdini söylemeyen derman bulamazmış; evde yiyecek bir kuru ekmeğim bile kalmadı. Allah rızası için bana yardım edin ağalar.” Dedi, canlı yüzüne acınma ifadesi yerleştirdi.
“Sizin adınız nedir, nerede oturuyorsunuz?” diye sordum. Adım, Ahmet aha şu aşağıdaki yolun altında oturuyorum.” diye yanıt verdi. “Ooo ne güzel adaşmışız” dedim. Emekli olduklarını tahmin ettiğim üç kişi elini cüzdanına attı arkalarını dönerek çıkardıkları kâğıt parayı avuçlarında gizleyerek adamın yan cebine koydular. Ben de gaza geldim yan cebimden -söylemesi ayıp- elli lira çıkarıp adamın eskimiş ceketinin yan cebine koydum. İçimizden bir tek soluk benizli, seksen yaşlarında gözüken adam para vermedi. Ona hepimiz kınayıcı bakışlarla baktık.
Söyleşi hastalıklarla, doktorlara yapılan kötülüklerle bir süre devam etti. Adaşım izin isteyip ayrıldı. Adamın yüzünün sağlıklı gözükmesinden kuşkulandım. Biraz sonra ben de izin isteyip adaşı takip etmeye başladım. Vakit öğleye yaklaşıyordu. Peşinden fark ettirmeden giderken cep telefonunu çıkardı: “Merhaba Salih, benim eve iki tane büyüğünden pizza getir.” dedi kapattı. Adres falan söylemediğinden devamlı sipariş verdiğini anladım. Getir motosikleti yanımda durdu. “Siparişi kime getirdin?” diye sordum. “ Bir numarada oturan Ahmet Amcaya” dedi. “Her zaman getirir misin?” dedim. “Evet” deyip kapının ziline bastı. Kapının açılmasını beklerken içeriden bir kadın çıktı. Hazır açılmış kapıdan içeri girdi kurye. Kadın yanımdan geçerken “Af edersiniz komşunuz Ahmet Amca hangi dairede oturuyor?” diye sordum. “O ev sahibimizdir. Giriş katta oturur. Apartmanın arkasında geniş bir bahçe var orayı eker biçer.” dedi. Beklediğim için şaşırmadım. “Ben yoksul biri sanmıştım onu.” dedim. Kadın: “Ne yoksulu abi adamın bu apartman gibi iki apartmanı daha var kent merkezinde” deyip yoluna devam etti.
Geri parka döndüm olanı biteni anlatmak için. Herkes dağılmış, zengin adaşıma para vermeyen yaşlı adam kalmıştı. Adını sordum Yusuf’muş adı. Yanına oturdum. Olan biteni anlattım. Sessizce dinledi. “Asıl ihtiyacı olan benim. Ben o adam gibi isteyemem. Utanırım. Öyle laflar edemem.” dedi. Az önce gördüklerimin etkisindeydim. Yoksa bu da mı yalan söylüyordu. Gözümle görmek istedim evini, yaşantısını. “Hadi evine götür beni Yusuf Emmi bir çay içelim.” dedim. “Evde çay da şeker de kalmadı.” dedi utana sıkıla. “Sorun değil alırım ben” dedim. Birlikte evine gittik.
Çok eski üç katlı bir evin bodrum katına girdik. Bir kat aşağı indik. Ağaç bir kapıyı anahtarı ile açtı. Kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriden bir ses geldi. Ben de sandım kapı gıcırdamaya devam ediyor. Saçları beyazlamış küçücük bir kadın ha bire saçlarını örtmekle uğraşıyordu. Eve namahrem gelmişti ne de olsa. Kapı gıcırtısı gibi sesiyle “kim bu adam?” dedi. Kapıya baktım kim geldi diye. Yusuf Emmi: “Tanımıyorum. Tanrı misafiri ( ‘Tanrı misafiri’ yazdığım için kızanlar olabilir. Buraya ‘Allah misafiri’ yazsam uymazdı). Hadi bize bir çay koy hanım” dedi Yusuf Emmi. “Çay aldın mı?” dedi önde kalan saçlarını bürüğünün altına yerleştirirken yaşlı kadın. Elimdeki poşeti uzattım; “Teyze bu poşette çay ve şeker var.” dedim. Yusuf Emminin oturduğu kırık dökük çekyata ben de oturunca çekyat sağa sola sallandı bir süre sonra durdu. Bu kanepe emanetti ve kıpırdamadan oturmam gerektiğini anladım. Bodrum kat küf ve toz kokusu içindeydi. Ortada bir soba kuruluydu. Yaz olsa da kaldırmamışlardı.
Yaşlı kadın ağustosun sıcağında sobayı tutuşturup çaydanlığı üzerine koydu. Anlaşılan doğalgaz da tüplü ocak da yoktu evlerinde. Durumları hakkında bilgi aldım; çocukları olmamış bu yaşlarına kadar gün bulup gün yemişler, başlarını sokacak bir evleri hiç olmamış. Yaşantıları içler acısı haldeydi.
Biraz sonra kapı daha tiz bir gıcırtıyla açıldı. Sakallı bir adam guguklu saatlerdeki guguk kuşu gibi başını içeri uzattı, “Yusuf iki aydır kira vermedin. Yaşlılık aylığımı alınca veririm dedin. Kaç gün geçti vermedin” dedi bağırarak. Beni görünce gözlerinde hafif mahcupluk ışıkları yandı söndü.” Ne kadar kira alacağın var?” diye sordum “bin lira” dedi. “Gel benimle bankamatikten çekip vereyim” dedim. “Çay” dedi Yusuf Emmi. “Siz için” deyip ev sahibi ile çıktık. Kapı bu kez mutlu seslerle gıcırdadı…
Cumaya gittim. Namazdan çıktığımda “Allah rızası için şu fakire bir sadaka” diyen adaşımı görmeyeyim mi? Beni görünce yüzü güldü. Verdiğim elli lira zihninde parıldamış olmalı. Görmezden gelip yürümeye devam ettim. “Adaş bir sadaka vermeden mi gidiyorsun?” diye laf attı arkamdan. “Beş katlı apartmanının bahçesinde pahalı pizzanı yiyip, sonra öbür apartmanlarının kiralarını toplamaya mı gideceksin vereceğim parayla?” dedim. Yüzünü camiden çıkanlara çevirip; “Allah rızası için şu fakire bir sadaka.” demeye devam etti…
Bir özde yoksul bir de sözde yoksullar vardır. Bu yaşadığım iki olaydan sonra tanımadığım hiçbir dilenciye para vermemeye karar verdim.
Ahmet.kocak16@hotmail.com
