Hazirandan beri sıcaklarla başımız dertte. Gece gündüz ışkın sopalarla sürekli kafamıza vuruyorlarmış gibi yaşıyoruz. Gece bari durun da biraz uyuyalım. Yok arkadaş sıcakta hiç din iman yok. Gece daha beter vuruyor uyutmuyor. Her sabah kırk değnekle dövülmüş gibi uyanıyorum.
Uzmanlar Küresel Isınmadan dolayı olduğunu, gelecek yıllarda da artarak devam edeceğini söylüyor. Geçmiş yıllarda da yazın sıcak dönemler olurdu. On beş gün, bilemedin bir ay sürerdi. Bu durum her yaz artarak devam ediyor. Geçen yıl iki ay sürdü. Bu yıl üç aydır sürüyor. Elektrik harcarım da küresel ısınmayı daha da artırırım, diye eve klima da taktırmadım.
İki yıl önce otomobilimi satmış, döviz alıp pusuya yatmıştım. Ünlü bir ekonomi bakanının; “ Bol bol döviz alalım altı liradan yedi liradan. Niye? On, on beşe satarız. Sora ne oldu? Dolar düştü beş liraya. Bunlar gara gara düşünüyor…” dediği başıma geldi. Aradan bir yıl geçti. Dolar yerinde saydı. Arabalar iki katına çıktı. Ben de o ‘gara gara’ düşünenlerden oldum.
Sonra dedim kendi kendime; küresel ısınma hat safhada aylardır yanıyorum. Bütün bu sıcaklar taşıtların havaya saldığı karbondioksitten oluyor. Para da değer kazanmadı. Sattığımdan daha kötü bir otomobil alayım. Araba ne kadar eski, düşük modelli olursa o kadar çok zararlı gaz çıkaracağı için modelin düşük olmasından da ayrıca mutlu olayım. Alayım çarkıt bir araba evin önüne çekip binmeyeyim. Dediğimi yaptım. Aldım. Bir yıldır evin önünde duruyor. Hiç olmazsa Külüstür bir arabayı trafikten çekip küresel ısınmaya neden olacak araçlardan birine bari engel olmuş oldum. Güzel bir düşünce ve güzel bir züğürt tesellisi oldu. Yastık altında parası olan varsa en eskisinden; minibüs, otobüs, kamyon vs. almanızı (Egzozundan simsiyah duman çıkaranlar en doğru seçim olacaktır) bana ve Dünya’ya destek olmanızı öneririm.
Türkiye’de deniz kenarlarındaki turistik oteller bu yıl sinek avlıyormuş. Çok pahalı oldukları için bizim vatandaşlar Yunan adalarını tercih ediyorlarmış. Ben, her şeye karşı Mandıra Filozofu gibi tatile karşıyım. Evinde rahat rahat oturmak varken bir etek para vererek tatile gidip; paranla rezil olduktan sonra eve dönünce “oh be dünya varmış!” demenin saçma olduğunu düşünürüm. Paramızı almak için bolca reklam yaptıklarının, bizi tatil yapmaya özendirdiklerinin bilincindeyim. On yıldır Bursa içinde tatilimi geçiriyorum Bunda emekli aylığımın alım gücünün düşmesinin de payı var. Param da rahatım da yerli yerinde duruyor. Yediğimi, içtiğimi, gezdiğim yerleri, kendimi sosyal medyadan paylaşmayı da sevmem. Zaten yediğim, içtiğim (Bulgur pilavı, makarna, bolca çorba), gezdiğim yerler el içine çıkacak gibi değil. Yüzüm de öyle. Neyini paylaşayım?
Ben de insanım. Gaza geldim. Bir kereden bir şey olmaz, diye düşünerek Yunanistan’a arabamla gitmeye karar verdim. Büyük önderimiz Mustafa Kemal’in doğduğu Selanik’i görmek, onun gezdiği sokaklarda gezmek istedim. “He Hz Muhammet’in doğduğu, gezdiği yerlere gitme de oraya git sen anca!” diyenler olduğunu duyar gibiyim. Mekke, Medine ve Arabistan’ın tamamında üç yıl yaşadım, gezdim gördüm, deyip onları susturduktan sonra devam edeyim;
Yunanistan’a gitmek için sıkı bir araştırmaya giriştim. Yeşil pasaportum olduğu için vize problemim olmayacak. Otobüsle veya turla gitmeyi istemedim. Özgürlüğüme düşkün olduğumdan ve baş altı kişilik odalarda kalma yaşını da gerilerde bıraktığım için tek kişilik odalar araştırdım. Tabi fiyatı iki katına çıkıyor. Erken uyuduğum, gecenin yarısında –sahura kalkar gibi- uyanıp kahvaltı etme alışkanlığım olduğu için kalabalık odalarda kalıp insanları rahatsız edemem. Arabaya yeşil sigorta yaptırmalıymışım. Sigortacıma gittim. Bir haftalık otuz sekiz, on beş günlük kırk sekiz Avro imiş. Beş gün bana yeter de on avro için değmez, on beş günlük yaptırdım. Aha daha gitmeden 1750 lira gitti bile. Bir de kapıdan çıkarken ödeyeceğim beş yüz lira var. İnsandan yurdunu terk ederken para mı alınırmış? Bir boğaz azalıyor diye sevinip üste para vereceğine para alıyorlar. İçinde yaşarken ödediğim bir etek vergi yetmiyor mu? Otoparka ödediğim paraya yanmayayım diye paralı otoparkların olduğu bölgelere otobüsle giderim. Bu da otopark parası gibi yakacak beni.
Neyse depoyu doldurup düştüm yola. Keşan’da dinlenip sabah gireceğim Yunanistan’a. Öyle uykusuz, per perişan bir görüntü vermek istemem. Keşan’ın tarihi öğretmenevinde geceyi geçirdim. Meğer odada tahtakuruları varmış. Sabaha kadar ısırdılar. Klima da olmadığı için terliyorum da bir yandan. Pencereyi açmamıştım sivrisinek girer, diye. Zaten tahtakurusu saldırısı altındayım; düşman sayısını iki, üç artırmanın bana bir zararı olmayacak diye düşünerek pencereyi açtım. Oda biraz serinledi. Sivrisineklerin açtığı delikten çıkan kan kokusunu alan diğer odalardaki tahtakuruları da odama geldi. Onlara göre ziyafet bana göre işkenceydi. Diğer odalardaki konuklar bari rahat etmişlerdir. Bir türlü uyutmadılar. Sabah gözler kan çanağı, yüzüm ve vücudum kızamık çıkarmış gibi kızarıklık dolu vaziyette kalktım. Karşıdan iki görevli geldi. Onlara sordum:
“Neden klima yok odalarda?”
“Hocam bina tarihi olduğundan yapamıyoruz.” Adama bak koskoca emekli öğretmen mi önemli bina mı? Kendimi değersiz hissedip diğerine:
“Tahtakuruları var odada. Uyutmadılar beni. Bilginiz var mı?” diğeri aynı ses tonuyla:
“Öyle mi? bakalım da ilaçlatalım o zaman.” Kuşkulandım; gözümü kısıp dikkatli baktım. İkisi de aynı adammış. Çift görmeye başlamışım. Arabaları da çift görürsem…
İpsala gümrük kapısına geldim ki beş yüz metre araba kuyruğu var. Kuyruğa girdim. İki saat sonra sıra geldi. Arabayı aramadılar. Yunanistan tarafına geçtim. Onlar da aramadan içeri aldılar.
ahmet.kocak16@hotmail.com
