Kavala’da arabamla bir tur attım. Tarihi kentin dar ve güzel sokaklarında dolaşmaya başladım. Buradaki insanların çoğunun Türkçe konuşmayı bildiklerini anladım. Birine buranın neyi meşhurdur, diye sorunca bir pastane ve kurabiyesinin meşhur olduğunu söyledi. O pastaneye gittim. Pastaneye girince yaşlı bir adama İngilizce kurabiye istediğimi söyledim. Adam Türkçe:
“Türkiye’den mi geldiniz?” diye söyleyince Türkçe konuşmaya devam ettim;
“Evet. Yanına bir bardak da çay veriri misiniz? “dedim. Bir dolu tabak kurabiye ve çay getirdi karşıma oturdu.
“Hoş geldiniz. Sizin Türk olduğunuzu hemen anladım. Hem de içerilerden bir yerlerden olmalısınız” (Daha önce de böyle durumlarla karşılaştım. Yurt dışına gittiğimde ben nereliyim diye sorduğum yabancılar yüzüme bakar Türk olmalısın, delerdi hep.) Bu adam içerilerden derken –şivemden olsa gerek-İç Anadolu Bölgesi’nden olduğumu bile tahmin etti.
“Yozgat’ı duydunuz mu? Oradanım. Türk müsünüz?”
“ Hayır Rum’um. Küçük bir çocukken Avanos’tan buraya ailemle birlikte göçtük. Yozgat’ı duydum.”
“Ne kadar ilginç! İkimiz de Anadolu’nun ortasındanmışız. Bademli kurabiyeyi orada mı öğrendiniz?
“Evet, ben çocukken annem yapardı. Bilirsiniz oralarda badem çok yetişir.”
“Çok güzelmiş kurabiyeleriniz. Elinize sağlık.”
“Teşekkür ederim.”
Üzeri bol pudra şekerli kurabiyeyi ısırınca ağızda dağılıyor. İçindeki çıtır çıtır bademleri uzun uzun çiğneyip ezerken yutamadığınız kurabiye ağızda uzun süre eğlendiği için insan güzel tadını uzun süre alıyor. Eski vatandaşımızın yanından ayrılıp arabaya doğru eski evlere bakarak yürüdüm. İstikamet Selanik marş marş!…
Ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu yerdeyim. Yarım saattir arabamla tur atıyorum park edecek yer bulamadım. Hiç boş yer yok. Sonunda paralı bir yer bulup arabayı park edebildim. Park sorunu olunca oteli arabamın karşısında aramaya başladım. Bir otel buldum. Otel odamdan arabam gözüküyor. Fakirin malı gözü önünde olmalı değil mi?
Sabah kahvaltıdan sonra arabaya binip kenti gezmeye başlayacağım. Etrafta park görevlisi aradım bulamadım. Yakında olan bir büfedeki adama sordum.
“Görevli yoktur. Benim de park parası alma yetkim var. Bana ödeyebilirsiniz.” dedi. Ona ödemek istemedim.
“Size ödemek istemem. Park görevlisine öderim. Ödemesem olur mu?” dedim. O da:
“Olur.” dedi arabaya binip gezime başladım.
Atatürk’ün doğduğu evi gezdikten sonra bir kaldırım taşına oturdum. Çocukluk resimleri gözümde canlandı; çocukluğu, mahallede arkadaşlarıyla oyunları, okuduğu okullar… Çocuk yaşta babasını kaybetmesi kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamıştır mutlaka. Anne baba gölgesinde; bir eli yağda bir eli balda kolay büyüyen çocuklardan daha ileri olacaktı. 1911 yılına kadar Selanik’te yaşayan atamızın düşünsel temelinin atılmasında bu kentin büyük payı olmuştur.
Selanik’in Nikis Bulvarı’ndan denize doğru açılan ağzını andıran Aristo Meydanı’ndayım. Etrafı krem ve beyaz renkte beş altı katlı binalarla çevrili; bolca kafe, pastane, dondurmacı var. Ayrıca dışarıdaki masalarda bira, uzo ve şarabını yudumlayan insanlar var. Aman ne yapıyorsunuz? Şimdi polis gelir, “açık alanda içki içilmez” der, demek geçti içimden. Sonra yabancı bir ülkede olduğum aklıma geldi.
Meydanda olan Aristo heykelinin ayak başparmağına dokunanların daha akıllı ve başarılı olacağı söylentisini duymuştum. Gitmişken dokunayım bakalım akıllı ve başarılı (ne yapacaksan bu yaştan sonra) olacak mıyım, zaman gösterecek.
Modern Yunanistan’ın kurucusu, çevre ülkelerle olan sorunları barış yoluyla çözmüş Venizelos’un beyaz heykeli (1864 ve 1936) ile papaz heykeli de meydanda yerini almış. Bu meydana bu kentin yetiştirdiği bir Atatürk heykeli güzel olurdu, diye geçti aklımdan.
Zongolopoulos Şemsiyeleri Heykeli, Büyük İskender Parkı ve heykeli, Kapani Çarşısı, 620 yılında inşa edildiği tahmin edilen Aya Sofya Kilisesi, Osmanlı zamanında camiye çevrilen Aya Dimitri Kilisesi, Osmanlı zamanından kalma Beyaz Kuleyi gezdim. Kuleden kenti izledim. Resimler çektim.
Her şey güzel gitti. Beş mutlu gün geçirdim. Sabah kahvaltıdan sonra dönüş için arabanın yanına geldim ki ne göreyim arabanın tekerinin biri yere yapışmış. Plakayı gören fanatik bir Yunanlının bıçakladığını düşündüm. ‘Çok gülme bak; başına kötü bir şey gelir’ diye bizde bir anlayış vardır; aha işte kötü bir şey geldi bile başıma. Kısa bijon anahtarıyla ne kadar uğraşsam da vidaları sökemedim. Hava sıcak ve boğucu; ter alnımdan oluk oluk akıyor. Bolca su içerek hayatta kalmaya çalışıyorum. Canım burnumda karşıdaki kahvaltı ettiğim pastaneci Panos’tan bir lastik tamircisi çağırmasını rica ettim. “Lastikçiler gelmez.” dedi ve kendi bijon anahtarını alıp vidaları sökmeye girişti. O da sökemedi. “Bendeki Türk ve iman gücü sökemedi de sen mi sökeceksin” diye aklımdan geçirdim. (Bu durumda bile şovenist duygularım boş durmuyor.) Sağ olsun telefon etti çekici çağırdı. Çekici yanaşamayınca patlak lastik üzerinde çekiciye kadar arabayı sürmemi söylediler. Lastikler yeniydi. Çaresiz yürüttüm. Lastik lime lime oldu. Çekiciye otuz, çıkma lastiğe de otuz Euro ödedim. Bu arada lastikçi lastiğe giren çiviyi gösterince kötü düşüncelerimden dolayı mahcup oldum.
Dönüş yoluna böyle başladım. Gelirken saçlar taranmış, gıcır gıcır giysiler ve moralle gelmiştim. Dönüşüm kirpi tüyü gibi dikleşmiş saçlar, kırışmış, toz içinde kalmış giysiler, harap olmuş bir moralle oldu. Sınır kapısında gelişimden daha fazla bir kuyrukla karşılaşmam, üç saat sonra sıranın bana gelmesi beni adam akıllı yordu. Kendimi Keşan Öğretmenevine zor attım.
Ertesi gün eve geldiğim için öyle sevinç içindeydim ki sormayın. Oh be dünya varmış! Evinizin, rahatınızın kıymetini bilmiyorsanız, benim gibi tatile gidin dönün bakın; eviniz ne kadar güzel bir yermiş.
ahmet.kocak16@hotmail.com.
EtiketlerManşet
Ayrıca bakın
ATEŞ “BÜTÜN KÖYLERİMİZİN SORUNLARI SIRAYLA ÇÖZÜLECEK”DEDİ.
Sarıkaya Kaymakamı Ahmet Nuri Demir, İl Genel Meclis Üyesi Adem Ateş ve Özel İdare Müdürü …