Taşoz adasında üç gün, Selanik’te iki gün kalıp dönmeyi düşünüyorum. Yola çıktım. Haritadan geçeğim yerlere baktım. Dedeağaç, Gümülcine, Yassıköy, İskeçe, Sarısaban, Kerametli den sonra Feribotla Thasos (Taşoz) adasına geçeceğim. Yola çıktım yol levhaları Yunan ve Latin harfleriyle yazılmış. Kent adları değişik yazıyordu. Levhalara aldırmadan yola devam ettim. “Keramoti’ye gidilecek. Git. İstikamet Keramoti. marş marş!” komutu ile istikametimi oraya çevirdim.
Yola çıktım mı hedefe varana kadar oyalanmadan giderim. Öyle yol kenarında nohut, ayçiçeği, kavun, karpuz yola yola yoluma devam etmeyi sevmem. Keramoti Limanı’ndan feribota bindim. Feribotta giderken adayı inceledim. Bursa’daki Gölyazı Adası’nın çok çok büyüğü gibi; üzerinde ormanların, tarihi iki üç katlı binaların olduğu bir ada şeklinde gördüm. Kırk dakika sonra Thasos adasındaydım. Feribotla adaya geçişte araç için 25 Euro, kişi başı beş Euro alıyorlar. Otuz Euro’ya geçtim. Limenas denilen kasabada indim. Otelimi buldum. İnsanlar hem İngilizce hem Türkçe biliyorlar. Anlaşmam zor olmadı. Üç katlı binadaki odama yerleştim.
Karnım iyice acıktı. Otel çalışanlarından nerede yemek yiyebileceğimi sordum. Yürüme mesafesinde bir lokantayı salık verdiler. Fiyat listelerine baktım. Çupra, tavuk döner, gyros ve cacıki 37 Euro imiş. O mönüden istedim. Ekmek yemeklerin yanında verilmeyip ayrıca bir Euro’ya satılıyormuş. Bir yaşıma daha girdim. Bir de ekmek istedim. Hâlbuki ben bir kap çorba söyleyip karnımı daha çok ekmekle doyurmayı planlamıştım. Bu planım suya düştü. Yemekler geldi ki, büyük tabaklar tıka basa dolu; üç kişiyi doyuracak kadar. Üçte birini ancak yiyebildim. Kalan yemekleri poşete koyup otele getirdim. Buzdolabına yerleştirdim. Yarın öğle ve akşam yemeğim hazırdı.
Klimalı odamda güzel bir uyku çektim. Sabah karnım iyice acıkmıştı. Otel çalışanlarına şöyle iyi bir yerde kahvaltı etmek istediğimi söyledim. Buraya yedi, sekiz km uzaklıkta olan Panagiya Köyü’nde ünlü Panetteriye Pastanesi varmış.(P harfini ne kadar da çok severlermiş) Oraya gitmemi önderdiler. O pastaneyi buldum. İki katlı beyaz badanalı tarihi bir binanın giriş katındaymış. Kıymalı, peynirli, çikolatalı börekler, kurabiyelerle dolu dolu kahvaltı dokuz Euro’ymuş. Çay istedim. Onun da fiyatı üç Euro olmasın mı? Yüz sekiz liraya çay mı olurmuş? Hem bana hem keseme afiyet olsun! Kıymalı ve diğer böreklerin içlerindeki malzemeler o kadar çoktu ki altından desteklemesem ağırlıktan yırtılıp döküleceklerdi neredeyse. Onların da kalanlarını sonra yemek için otelime getirdim.
Güne güzel bir kahvaltıyla başlayınca adayı gezmek için tur atmaya başladım. Yüksek bir yerden geçerken bir yola saptım. Yol tamamen beyaz tozlarla kaplıydı. Araba toza bulandı. Tozlu yolun bitiminde araba yıkayıcıları vardı. Demek ki bu yola girenlerin arabaları toz içinde kaldığı için böyle bir gereksinim doğmuş. Arabayı yıkattım. Hareket ettikten bir süre sonra bizim Salda Gölü kumsalı gibi beyaz kumlarla kaplı uzun bir kumsal gördüm. Yukarısında da mermer ocağına benzer yerler vardı. Burası Golden adı verilen bir plajmış. Sordum plajın şezlonglu, şemsiyeli bölümü paralı, diğer tarafı bedavaydı. Doğal olarak bedava bölümü tercih ettim. Bu güzel plajda yüzmeliydim. Soyunma kabininde soyunup tertemiz denize girdim. Yakınımdaki adamdan beyaz kumsal hakkında bilgi aldım; uzun yıllar mermer ocağından çıkan tozları buraya dökmüşler. Mermer tozlu bir sahil oluşmuş.
Ertesi gün başka bir sahil buldum. Oraya giriş on Euro imiş. Yiyecek içecek ikramı için de on Euro daha aldılar. Soyunma yerlerinde soyunup denize attım kendimi. Buradaki denizlerin suyu Türkiye’dekilere göre daha ılımandı. Hemen karşıda kalan Ege sahillerinde ilk girişte deniz bir süre soğuk gelir, sonra alışılırdı. Burada su ılık insan hemen alışıyor. Üçüncü gün bedava halk plajlarına girdim. Gittikçe gözüm açılmaya başladı. Akşama dünden artırdığım yemekleri yedim yattım. Böyle giderse bedava yaşamaya başlayacağım.
Bu adada zengin orman örtüsü nedeniyle ahşap işleri ticareti ve mermer ocakları nedeniyle mermer ticareti yaygınmış. Ayrıca bol zeytin ağacı olması nedeniyle zeytin ve zeytinyağı ve bal üretiliyormuş. Deniz kenarında olduğu için de bolca deniz ürünü var.
Dördüncü günün sabahında odamdaki kahvaltılıkların yanına ısıttığım suya sallama çay atıp doyana kadar içtim. Kavala’ya geçmek için Prinos Limanı’ndan feribota bindim Kavala’ya doğru yola çıktım. Kavala, sahilden tepeye doğru kurulmuş, ilk göze çarpan uzunca su kemeri ve tepedeki kalesiyle güzel bir kentti.
Kavala’da iskeleye yanaşan feribottan bir kadın indi. Diğer yaylar da inmeye yeltenince görevliler engel oldu. O inen kadını da feribota tekrar binmeye zorladılar. Kadın geri binmek istemeyince Yunanca tartışmaya başladılar. Epeyce bir bağırış çağırışların ardından kadını feribot geri bindirdiler. Feribot geri geri çıkıp beş metre sağa girip yanaştı. Kapaklarını açtı. Yolcular ve arabaların inmesine izin verdiler. Kadın karaya çıkmıştı dövüş, çekiş feribota geri bindirip beş metre sağa kadar taşıyıp indirmenin mantığını anlayamadım.
Feribot kuralları çok sıkıydı. Arabanızı görevliler karşılıyor. Önce yolcular indiriliyor. Sonra şoför yönlendirilerek diğer arabalarla arasında beş, on santimlik ara kalana kadar yaklaştırıyorlar. Şoförün zorlukla inebileceği bir boşluk bıraktırıyorlar. Arabamla yanaştım. Zorlukla, göbeğimi içine çekerek indim. Üst kata çıktım. Bir süre sonra Feribot kapağını kaldırıp hareket etti. Baktım feribotun yarısı boş. Madem yarısı boş gidecektiniz bizi niye dip dibe yanaştırdınız? Kural kuraldır…
ahmet.kocak16@hotmail.com
EtiketlerManşet
Ayrıca bakın
ATEŞ “BÜTÜN KÖYLERİMİZİN SORUNLARI SIRAYLA ÇÖZÜLECEK”DEDİ.
Sarıkaya Kaymakamı Ahmet Nuri Demir, İl Genel Meclis Üyesi Adem Ateş ve Özel İdare Müdürü …