Bazı doğa üstü özelliklerim(?) olduğunu yaşadığım iki olayla fark ettim. Gerçekçi bir insan olduğumdan bu özelliğime bilimsel açıklama getirip, dergah falan kurmayı hiç düşünmedim. Pişman mısın diye sorarsanız, elbette pişmanım. Bu pahalılıkta emekli maaşıyla emekleye emekleye yaşam mücadelesi verirken pişmanlığım daha da artmaktadır.
Öğretmenliğe yeni başladığım yıllarda bir öğretmen arkadaşın evine konuk oldum. Oturduğum yerden karşı evler ve sokaklar gözüküyordu. Sohbet ederken baktım yoldan aşağı doğru arkadaşın amcası, yengesi ve iki çocuğu iniyorlar. Beş dakika sonra kapı zili çaldı. Dedim ki: “ Amcan Kazım, karısı, çocukları Deniz’le, Özgür geldi.” İnanmadığı gülümsemesinden belliydi. Gitti kapıyı açtı. Şaşırdı, konuklarını içeri almadan koşarak yanıma geldi. Elimi tutup öpmeye çalışıyordu. El öpmeye öptürmeye karşı olduğumdan engel oldum tabii. “Ahmet Hocam, ben zaten sende bir fevkaladelik olduğunu seziyordum. Nasıl bildin? Ermiş bir insansın vallahi!” deyip durdu bir süre. Olayı anlattığı amcası ve yengesi de bana eskisinden fazla hürmet etmeye başladılar. İlk müridim olmaya adaydılar. Uzun bir süre nasıl bildiğimi söylemedim. O sürede bana olan hayranlıklarının tadını çıkardım. Nasıl bildiğimi söyleyince bana olan hayranlıkları baştakine, hatta baştakinden daha aşağıya indi. Şimdiki aklım olsaydı hiç söyler miydim?…
Başka bir olay da şöyle oldu: Bir dostumun tayini İstanbul’a çıkmıştı. Eşyaları gelmeden önce İstanbul’da buluştuk. Arkadaşım on beş katlı bir apartmanın sekizinci katını kiralamıştı. Kamyon eve yanaşmadan önce dört amele bulup kamyonu beklemeye başladık. Kamyon geldi. İşçiler eşyaları taşırken biz de ayak üstü sohbet ediyorduk. Binaya bakarken yedinci katın balkonunda arkadaşın amcasına benzer birini gördüm gibi geldi. O konuşmaya devam ediyor, gözüm balkondaki adamda. Balkondaki adam eve girene kadar dikkatle baktım. Amcası olduğundan iyice emin oldum. Tabi o zamanlar gencim ve gözlerim kartal gözü gibi. Adam eve girdi. Biliyordum ki, hafta sonları kent insanı kahvaltıda taze, çıtır ekmek sever. Çocuklar geç kalktığından, erken kalksalar da onları fırına, bakkala göndermek mümkün olmadığından birazdan ekmek almaya ineceğini tahmin ederek:
“Biraz sonra amcan Kadir yanımıza gelecek.” Dedim. Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Amcasının nerede oturduğunu bilmem mümkün değildi. Görüştüğüm biri değildi. Sözüme bir anlam veremedi. Şakacı bir yapım olduğunu bildiğinden şaka yaptığımı düşündü.
Arkadaşın amcası ile arası limoni ve yıllardır görüşmüyorlardı. İstanbul’da yaşadığını biliyor, nerede oturduğunu bilmiyordu. İşçilere talimatlar verip tekrar yanıma geldi. Konuşmaya devam ettik. Biraz sonra amcası apartmanın kapısından çıkıp bize doğru gelmesin mi? Birden amcasını karşısında gören arkadaşım: “Sen ermiş bir adamsın. Ben zaten biliyordum ermiş olduğunu:” dedikçe elimi öpmeye çalışıyordu. “Bu nasıl bir iş? Nereden bildin? Koca şehirde bu nasıl olabilir? ”deyip duruyordu.
Amcası geldi. Yeğenini ve beni karşısında görünce o da şaşırdı. Kahvaltı için ekmek almaya indiğini söyledi. Ekmekleri aldıktan sonra bizi kahvaltıya davet etti. Giderken; “yedinci katta oturuyorsunuz değil mi?” soruma yine şaşırarak “evet” dedi. Benim ermiş bir kişi olduğumu düşündüklerinden hangi katta oturduğunu bilememe şaşırmadılar. Eve girdik kahvaltı masasına oturduk. Sekiz kişilik kahvaltı masasında bir kase daha konacak yer kalmamış, masa türlü kahvaltılıklarla dolmuştu. Bilirim konuk beklerken böyle bir masa donatılırdı. Bizimle tesadüfen karşılaşmış, herhangi bir hazırlık yapmamışlardı. “Siz her sabah böyle kahvaltı mı yapıyorsunuz? Benim en zengin kahvaltı masamda dört çeşit kahvaltılık ya olur ya olmaz.” Dedim. “Amaan hoca, dünya malı dünyada kalır. Sen de malını ye.” Dedi.
“Olsa da yesek. Sabit gelirle ancak o kadar yiyebiliyoruz.” Dedim. Konu dönüp dolaşıp benim amcasının yanımıza gelişini nasıl bildiğime geliyordu. Israrlarına dayanamayıp olayı olduğu gibi anlattım. Bir anda bana olan hayranlık dolu bakışları değişti tabii.
Şimdiki aklım olsaydı nasıl bildiğimi söylemez, bu iki müridimin anlatacakları, birin yanına beş katacakları ile tarikatımı kurmuş, hem onları hem kendimi kurtarmış olurdum. Ağır faturaları, pahalılığı müritlerimin sırtına yüklerdim. Altımda Mersedes, şehrin en güzel yerinde villam, elimde Ayfon telefon… Gel keyfim gel…
