Emekli Seyfi Bey anlatıyor;
“Emekli olmadan önce emeklilik günlerime katkı olsun diye üç katlı eski bir ev aldım. Ev, eni on metre boyu otuz metre olan bir arsaya yapılmıştı. Evin ilk iki katı bitmiş ama çok eski. Üst katı natamamdı. Okuldaki arkadaşlara evden bahsettim,
”Ev alma. Zaten oturduğun evin var. Kiracı ile uğraşması zor olur. Sen emekli adamsın, bu yaştan sonra huzur lazım. Ne işin var?” deseler de onları dinlemeyip evi yine de aldım. Benden önce emekli olan arkadaşların deneyimleri beni gayrimenkule yöneltti. Bir arkadaşım aldığı ikramiye ve birikimleriyle kırtasiye dükkânı açtı bir yıl içinde iflas etti. Bir diğeri İkramiyesi ile Kapalıçarşı’da bir iç çamaşırı dükkânı açtı o da battı. Ben, kira alamasam da hiç olmazsa ev kalır diye düşündüm, aldım.
Evin elektrik, su tesisatları eski. Doğal gaz yok. Eski ev sahibi kömür sobası ile ısınıyormuş. Eve doğalgaz alınacak, tesisatlar değiştirilecek, çürümeye başlamış ahşap pencereler değişecek. Tahtadan, üzeri camlı iç kapılar dış kapı niyetine takılmış. Onlar çelik kapı ile değiştirilecek. Taban tahtaları çürümüş, çürüyen yerler ellerine geçen tahtalarla kapatmışlar. Yürürken halının altından kırılan tahtaların sesleri geliyor. Taban tahtaları sökülüp laminant parke döşetilecek. Bahçenin bir köşesine her kata bir tuvalet olmak üzere iki katlı bir tuvalet yapılmış. Ben ömrümde ilk kez iki katlı, bir metrekarelik tuvalet gördüm. Tuvaletin sıvasız tuğla duvarının yerden iki metre yukarısından kendiliğinden bir incir ağacı çıkmış, büyümüş incir bile vermeye başlamış. Eski ev sahibi o inciri bile duvardan kesmemiş. Artık evin durumunu siz tahmin edin.
Dışarıdaki tuvaletler özlemli olsun, her dairenin iki tuvaleti olsun diye bırakıp, gelen kiracı adaylarına reklam malzemesi yapmak istedim. “ Bakın evinizin iki tuvaleti var; biri alaturka, biri alafranga, bahçede tuvalet her kula nasip olmaz.” demek için. Gelen kiracılara dedim de. Tuvaletleri yıktırsam iki kamyon moloz çıkacak. Bir sürü masraf ve sevimsiz iş. Varsın dursunlar. Dışları sıvanıp boyanırsa güzel bile olur. İçeri tuvaletler yapılıp giderleri bağlanacak. Emekli ikramiyemi harcayarak evi tamir ettirip oturulabilir hale getirdim. Seken metrekarelik üç daireyi kiraya vermek için pencerelerine ‘kiralık’ levhalarını asıp evde kalan işleri kendim yaparken bir yandan da gelen kiracı adaylarıyla görüşüyordum.
İçeri iki kadın girdi;
“Kolay gelsin. Bu evlerin üç katı da mı kiralık?” dediler.
“ Evet, üçü de kiralık.” dedim. Kadınlar benim iş kıyafetlerime, ev sahibi olmak için biraz da genç görünmeme bakıp,
“ Ev sahibi ile görüşebilir miyiz?” dediler.
“ Ev sahibi benim buyurun ne soracaksanız sorun.” dedim ama ikisi de inanmadı. İşçilik rolünü ne kadar güzel oynamışsam,
“ Bırak abi bizimle eğlenme. Bize bir iyilik yapacaksan ev sahibini ara buraya gelsin. Biz öylesine sormuyoruz. Ciddi ciddi dairenin birini tutmayı düşünüyoruz.” dediler. Anladım beni işçi sandılar ciddiye almıyorlar. Yemin billah ederek evin bana ait olduğunu onlara zor kabul ettirdim. Üçünü de gezip en alt katı- diğerlerine göre ucuz olduğundan- tutmaya karar verdiler.
Diğer daireleri kiraya vermek için gündüzleri evde kalıp bir yandan da kalan (Usta işini tam yapmaz ama parasını tam alır) işleri yapmaya devam ediyordum. Bir adamla birlikte bir aile geldi. Adam emlakçı imiş. Ben bir kira bedeli alıyorlar diye emlakçılara vermemiş, gelen emlakçıları da geri göndermiştim. Eve baktılar. Emlakçı ile kısa bir sohbet ettik. Emekli olduğunu, emlakçılıkla meşgul olduğunu anlatırken adamın haline acıdım; çok da saygılı, ezile büzüle konuşuyor ve efendi bir adama benziyordu. Eve bakıp çıkarlarken emlakçıya:
“Arkadaşım, emlakçıların kiracı getirmesini istemedim. Seni sevdim. Sen getirebilirsin.” dedim o da,
“Allah senden razı olsun. Benim dükkânım buraya çok yakın mutlaka sizi çay içmeye beklerim hocam.” diyerek ayrıldı. Kiracı getirdikçe ısrarla iş yerine çağırmaya devam etti. Bir kiracı adayı getirdi, anlaşıp ikinci katı da onlara verdim. Üst kata da bir bekâr kadın öğretmen talip oldu orayı da ona verince o evle bir işim kalmadı. Adı İsmail olan emlakçının ofisinin yakınından geçerken beni gördü ısrarla içeri davet etti. Girdim içeri;
“Hocam çay mı kahve mi içersiniz? Aç iseniz yemek söyleyeyim. Bitişikteki köfteci çok güzel köfte yapar. İstersen köfte söyleyeyim.” dese de, ‘adam zaten yoksul bir de ben masraf çıkarmayayım’ diye düşünerek çay içeceğimi söyledim. Çay içerken biraz sohbet ettik. Ayrılırken “yine beklerim” diye içten ısrar etmeye devam etti. Adama kanım kaynadı. Arkadaşlara da söyledim: “Ev arayan, evini kiraya vermek isteyen olursa gariban bir emlakçı var ona verin” dedim.
Başka bir gidişimde adama ekonomik durumunu sordum. Anlatmaya başladı, “Hocam memlekette babadan kalma beş yüz dekar arazim, yine orada beş katlı kirada bir apartmanım var. Burada kirada beş katlı bir apartmanım daha var. Güzel bir semtte lüks bir dairede oturuyorum. Kiraya verdiğim bir dolmuşum, Oğlumun birinin çalıştırdığı dokuma fabrikam var. Allaha şükür muhannete muhtaç olmadan yaşayıp gidiyoruz.” demesin mi? Meğer adam vakit geçirmek için emlakçılık yapıyormuş.
Acıdığım adamın serveti karşısında şaştım kaldım. Aslında acınacak durumda olan benmişim de haberim yokmuş. Acıma duygumu boşa harcadığımı anladım. Hepimizin üstünü unlu görüp değirmenci sandıklarımız olmuştur. Parayla imanın kimde olduğu belli olmazmış. O olaydan sonra insanları dış görünüşü ve ezik davranışları ile değerlendirmemek gerektiğini anladım.”
Ahmet.kocak16@hotmail.com
