Markete giderken bankta yalnız oturan Niyazi dikkatimi çekti, “günaydın” deyip yanına oturdum.
“Nasılsın Niyazi?”
“Beni bu emekli aylığı mahvetti hocam.” Dedi. Orhan Veli’nin “beni bu güzel havalar mahvetti” dizeleri geldi aklıma.
“Neden, ne güzel emekli olmuşsun daha ne istiyorsun?” dememe aldırış etmeden başladı anlatmaya:
“Evimin geniş bahçesinde ahırım ve kümesim vardı. Hanım da çalışkan bir kadındı; tavukları, kazları, hindileri kuluçkaya yatırır bolca kümes hayvanı yetiştirirdi. Kışları erkek hindi, kaz ve horozları keser kuzine sobada lokum gibi oluncaya kadar pişirirdi. Afiyetle yerdik. Şimdi saman gibi, lezzetsiz çiftlik tavuğu bile alamaz durumdayım.
Bir çift ineğimizden de kış için peynir, tereyağı, süzme yoğurt hazırlardı. Köyün yakınlarında beş dönümlük bahçemizden bolca sebze, meyve yetiştirirdik. Kışlık; turşu, salça ve kuruluklar hazırlardı hanım. Yumurtaya, ete, yağa para vermezdik.
Hayvanlar için ayrıca yem almaz; tarladan çıkan samanları, çayırdan biçtiğim otları yazdan hazır eder, samanlığa doldurur kış boyu arpa ile karıştırarak yedirir, inekleri ve koyunları besler, şimdikiler gibi hazır yem vermezdim. Hayvanlardan fazla gelenleri satar, gereksinimleri karşılardım. Bağda yetişen üzümlerin birazını kurutur, kalanını pekmez yapar bidonlara doldururduk.
Yılda üç ay yoğun çalışır, geriye kalan dokuz ayda yan gelip yatar keyfimize bakardık. İmrenilecek sakin, ele güne muhtaç olmadan süren bir yaşantımız vardı.
Sosyal Güvenlik Kurumu açık verdikçe, biriken paralar bütçe açıklarını yamamada kullanıldıkça hükümetler zor durumda kaldılar. Çare arandı ve bulundu; “köylüyü Bağkur’dan emekli edelim. Geçmiş yıllarını borçlandırıp, yastık altındaki paralarını alalım. Nasıl olsa biz gelip geçici hükümetiz. Günü kurtaralım yeter. Bizden sonra tufan” anlayışıyla hareket ettiler. Yarın ne olacağını düşünmeden uygulamaya koydular.
Bağkur’a kaydolup birkaç kez prim yatırmıştım. Sonraki yıllarda yatırmadım. Emekli olmak için biriken pirim borçlarını ödedim ve genç denilecek yaşta emekli oldum.
Bir yanda ömrünü devlette, özel sektörde gece gündüz, bayram seyran dinlemeden, çoluğu çocuğu ser sefil, bakıcıların elinde büyüyen memur ve işçilerin hak ettiği emeklilik, diğer yanda benim gibilere havadan gelen emeklilik. Piyango vurmuş gibi geldi bize.
Emekli aylığı bağlanınca bize bir haller oldu; yumurtanın tanesi on kuruş, sütün litresi elli kuruş bunların pisliği ile uğraşmaya değmez diyerek ilkten evdeki hayvanları elden çıkardık. Ardından; pazarda meyve sebze sudan ucuz ne uğraşıp didineceğiz bahçeyi de ekmeyelim diye bostandan da vaz geçtik. Dönüm başına verilen yardımları da alınca keyfimize diyecek yoktu. Ürün teslim edene ödenseydi o paralar üretimden kopmazdık belki…
Traktörü satıp pirim borçlarımı ödemiştim. Traktör olmayınca tarlaları da ortakçıya verdim.
Çocukları evlendirip şehre gönderince elde evden başka pek bir şey kalmadı. Maaşım vardı nasıl olsa akmasa da damlıyordu. Tembelleştik, üretim motivasyonumuz bozuldu. Köy yerinde kentli gibi hiç bir iş yapmadan yaşamaya başladık. Yıllar geçtikçe yaşam koşulları gittikçe zorlaşmaya başladı. Yumurta, süt, et, ekmek ve diğer şeylerin fiyatları artmaya, maaşın büyük bir kısmını alıp götürmeye başladı. Düzeni bozduğuma pişman olmaya başladım ama iş işten geçmişti.
Tek gelirim; yetmeyen emekli maaşıyla geçim derdine düştüm. Çocuklar da kent yerinde zaten zor şer geçinmeye çalıştıkları, gün bulup gün yedikleri için onlardan da bir fayda gelmeyecekti. Köy yerinde kentli gibi yaşamamız on yıl sürdü. Sonunda dara düştük. Aldığım maaş yetmez oldu. Ev dahil kalan her şeyi satıp buraya geldim. Bir ev kiraladım. İş arıyorum yok.
Kırk beş yaşımda emekli olmuştum. Şimdi yaşım oldu altmış beş. Bu yaşta ne iş yapabilirim? Beni bu emekli maaşı mahvetti hocam!” dedi sustu.
Çiftçiler en önemli işi yapan insanlardır. Onların ürettiği ürünler olmadan geriye kalan tüm iş kolları çalışamaz, çarklar durur. Yiyecek olmadan insanoğlu yaşayamaz, çalışamaz, üretemez. Büyük önderimiz Atatürk, “Köylü milletin efendisidir” derken bunu anlatmak istemişti. Anlattıklarıyla zaten milletin efendisi olduğunu göstermiyor mu Niyazi? Haksız mı?
Şimdi efendimiz de aç kalmış, ele avuca bakar hale gelmiş. Taşıma suyla değirmen dönmez demiş atalar; dışarıdan döviz ödeyerek aldığımız tarım ve hayvancılık ürünleri ile nereye kadar gidebiliriz? Altmış beş yaşından sonra emekli edilseler üretimden koparılmazlardı. Zaten altmış beş yaşından sonra yaşlılık aylığı bağlanır, üretimden kopmazdı. Ele güne muhtaç olmadan yaşamını sürdürebilirdi.
Köylüleri tarım ve hayvancılıkta üretir hale getirmeden, tekrar kendi kendimize yeter hale gelmeden kurtuluşumuz yoktur.
ahmet.kocak16@hotmail.com
