Geçen yıl torunum Ahmet Erdem’i anaokuluna kaydettirdik. Bu yıl ikinci senesi olacak. Okul açılmadan üç gün önce veli toplantısı yapacaklarını duyurmuşlar. Torunun anne ve babası çalıştığından “sen katıl baba toplantıya” Dediler. Yani; “emeklisin avare avare gezeceğine bir işe yara” demek istediler. Toplantı çarşamba günü saat ondaydı. Toplantıyı unuttum bizim caddede avare avare gezerken saat 10.25’te; “katıldınız mı baba toplantıya?” Diye anımsatma mesajı alınca; telaşa kapıldım, avarelik yok oldu, hareketlerim hızlandı. O telaşla beş yüz metre uzaktaki kültür merkezine doğru yürümeye başladım. Yarım saat geçmişti. Yürüyerek gitsem temelli geç kalacağım. Aklıma arabayla gitmek geldi. Günde beş kilometre yürüyüş yapan ben, beş yüz metreye arabayla gider duruma düştüm, tuvalete bile arabayla gidenlere döndüm.
On otuzda salondaydım. Beş yüz kişilik tiyatro salonu tamamen dolmuştu. Orta aralıkta bir boş koltuk bulup suçlu suçlu oturdum. Sahnede yeni atanan anaokulu müdiresi vardı. Zayıf, uzun boylu, pantolon gömlek giymiş, uzun sarı saçlarını bigudiyle kıvır kıvır yapmış, kulak mikrofonu ile sahnede geze geze konuşuyor. Konuşmuyor adeta profesyonel sanatçılar gibi şov yapıyordu. Dikkatle dinlemeye başladım. Müdire hanımın öz güvenine hayran kaldım.
Biraz sonra Okul Aile Birliği’ne veli seçimine geçildi. Salonda gönüllü olanlar ellerini kaldırdı. Hepsi kadındı ve erkekler utangaç tavırlarla önlerine bakıyorlardı. Çalıştıkları için görev almak istemiyorlardı besbelli. Beş kadın adı yazdılar. Müdire hanım: “Erkek yok mu? “ Diye soruyor, bir yandan da kadınların adları yazılmaya devam ediliyordu. “Erkeklerden görev almak isteyen gönüllü yok mu?” Diyerek çırpınıyordu adeta müdire hanım. Bir erkek veli elini kaldırdı. Onun adı yazıldı. “Başka erkek yok mu?” Deyince (hiç düşünmediğim halde) elimi kaldırıp adımı söyledim. Birkaç kadın daha yazılınca; “Ay bir tane erkek yazıldı. Başka erkek yok mu?” deyince alındım. El kaldırıp ayağa kalktım. Tüm salonun duyacağı gürlükte; “hocanım erkek iki tane oldu. Ben de erkeğim!” dedim. Salonda gülüşmeler oldu. Pişman oldum söylediğime ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Emekli olduktan sonra hangi ayda, hangi günde olduğumla ilgilenmem; “bugün günlerden ne? Ayın kaçı?” diye sık sık sorduğum gibi erkek mi kadın mı olduğumu da hiç düşünmediğimden o toplantıda erkek olduğumu söyledim. Hem suç müdire hanımda; adım, Yüksel, Deniz, Derya olsa, saçlarım uzun, kulağımda küpe olsa neyse…
Cuma günü Saat 2.00 de bir derslikte toplantı yapacağımız mesajı aldım okuldan. Yolda giderken bir kadın veli ile karşılaştım. Okul müdiresinin adını sordum“ Şaziye imiş” dedi. “Bir yanlışlık olmasın?” dedim. Kadın emindi. Adını iyice belledim ki konuşma sırası bana gelirse müdire hanıma adı ile hitabedeyim. Daha dikkat çekici olur.
Sınıfa erkence gidip (hep toplantılara yarım saat önceden giderim. Belki de o yüzden büyük adam olamadım. Çocuk sandalyesine oturdum. Minik masayı önüme çektim. Gelen velilerle tanıştım. İlk gelen olduğumdan onları güler yüzle ben karşıladım. Mesleklerini, aile birliği için zamanlarının olup olmadığını sorarak yönetime önereceğim kişileri belirlemeye çalıştım kendimce. On iki kişi geldi. Üç erkek, sekiz kadın vardık. İki kişi gelmedi. Gelenleri akıl süzgecinden geçirdim. Yönetimi kafamda oluşturdum. Vakti gelince önerilerimi söylerim artık. Ben sade üye olacaktım. Bu yaştan sonra kim uğraşacak aktif görevle değil mi ama?…
Derken, okul müdiresi hanım efendi yanında o sınıfın öğretmeni ,çiçekli entarisine uyumlu boğazına bağladığı fuları ile, sabahki toplantıdaki kıvır kıvırlığı bozulmamış saçlarını savurarak kendisi için hazırlanmış çocuk sandalyesine oturup mini masasını da önüne çekti. “Hoş geldiniz!” le konuşmasına başladı. Okulun ilk iki günü olduğundan çok yorulduğunu, eğitimin önemini, kendisinin eğitime çok önem verdiğini anlatmaya başladı. Konumuz dışındaki konuşmasını yarım saat sessizce dinledik. Araya girip, ‘biz de buradayız’ bile diyemedik. Konuştukça açıldı, açıldıkça konuştu. Salondaki mikrofonlu şovunun aksine fersiz, boğaz ağrısı çekiyormuş gibi yavaş sesle konuşmasını sürdürürken ben bir es’inden faydalanıp; “Şaziye Hanım asıl konumuza dönelim mi?” dedim. Tane tane, yavaş konuşmam sözcüklerdeki tüm sesleri çıkarmaya gayret etmem nedeniyle “Şaziye” sözü de net olarak çıktı ağzımdan. Müdire Hanım başladı gülmeye. Gülüşüne bir anlam veremeden etrafa boş boş baktım. Gülmesi bitince ciddileşti: “Efendim benim adım Şadiye. “Şaziye” de nereden çıktı ?” dedi. Biraz bozularak özür diledim ve sözlerime devam ettim: “Müdire hanım (“müdire hanım” gibi elinde sağlam bir hitap varken ne gerek vardı ismiyle hitap etmeye, konuşmaya bir sıfır yenik başlayıp mahcup olmaya), hoş geldiniz! Size ve öğretmenlerinize başarılar dilerim. Salonda sizi dikkatle dinledim. Ne kadar güzel konuştunuz. Sizi hayranlıkla dinledim. Tam aydın bir cumhuriyet öğretmeni görüntüsü verdiniz. Ateş gibiydiniz ve tüm salonu etkiniz altına alıp büyülediniz. Bunlardan biri de benim. Bu günkü toplantıda da aynı enerjiyi beklerken; fersiz, yorgun, boğaz ağrısından dolayı boğazına bez sarmış bir müdire hanımla karşılaştım.” dedim. O sıra yanında oturan öğretmen söze girdi: “O, boğaz ağrısından dolayı değil, elbisesine uygun renk ve desende olan boyun bağı, yani, süs.” Dedi. Toplantıda ilk gülüşme olayı yaşandı.
ahmet.kocak16@hotmail.com
