İkinci torunum Koray bir yaşını geçti ve gezmek istiyor. Onu alıp, tavuk adımlarına ayak uydurarak yakındaki parka gittim. Parkta olan spor aletleriyle oynamaya başladı. Aklı yavaş yavaş ermeye; eşyalara, canlılara ilgi duymaya başladı. Bir an önce her şeyi öğrenmek için can atıyor. Havada uçan kuşlar, yerdeki böcekler, etrafta dolaşan kedi ve köpekler çok ilgisini çekiyor. Onları hayretle karşılıyor. Onun öğrenme sürecinde yaşadıkları, tepkileri benim de çok hoşuma gidiyor.
Bankta oturan yaşlı bir adam ilgisini çekti. Beden diliyle onun yanına oturmak istediğini anlatınca yanına oturttum. Elini adamın dizine koyup bir şeyler söyledi. Adam çekingen bir tavırla yalandan saçlarını okşadı:
“Ben yaşamı bitirirken yaşama yeni başlayan biri” dedi ve sustu. Konuşmaya korkar gibi bir hali vardı.
“Öyledir. Kimi giderken kimi gelir ve gidenin yerini doldurur. Bursalı mısınız?”
“Hayır Ispartalıyım.”
“Isparta deyince aklıma Spartaküs gelir hep. Spartaküs’ün memleketindenmişsiniz.”
“Spartaküs’ün Isparta ile pek bir ilgisi yok diye biliyorum. Trakyalı, Roma imparatorluğunda gladyatörlük yapmış bir komutandır.”
“Tahsiliniz nedir?”
“İlkokul mezunuyum ama okumayı, araştırmayı severim.”
“Bravo! Düzelteyim o zaman; Demirel’in ve güllerin memleketindenmişsiniz.” dedim. Onları bildi. Sözlerime devam ettim:
“Sık sık sizi bu parkta görüyorum. Gelir, bir başınıza saatlerce oturur gidersiniz. Buraya neden geldiniz?”
“Isparta’nın bir köyündenim. Oğlum burada bir fabrikada çalışıyor. Eşimi kaybedince köyde bir başıma, bakımsız kaldım. Oğlum, “el âlem ne der” diyerek beni buraya getirdi. Hiç kimseyi tanımıyorum.
Çiftçilik yapardım. Yani gül yetiştirirdim. Çocuklar evlendikçe, dara düştükçe gül bahçelerimi satmak zorunda kaldım. Ömrüm çalışmakla geçtiği için iş yapmadan duramıyorum. Dairede oturamıyorum. Gelin ve torunların benden rahatsız olduklarını seziyorum. Gelin geçen çamaşırlarımı makineye atarken -çamaşırımdan gelen kokudan olsa gerek -“Iyy!” gibi bir ses çıkardı. Benden, çamaşırlarımdan iğrendiğini belli eder hep. Kadın da haklı insan yaşlanınca aha bu çocuğa dönüyor, vücudunu kontrol edemiyor. Onun altını değiştiren, onu seven bir annesi var. Benim yok.
Sabah erken evden çıkar akşama doğru giderim. Onları rahatsız etmek istemem ama bu sefer de ben rahatsız olurum sokaklarda dolaşırken.” Adamın yüzüne baktım; gözyaşları gözünün kenarında ve dokunsan ağlayacak.
“Neyse ki oğlun sana sahip çıkmış, başını sokacak bir dam bulmuşsun.”
“Benim damım vardı. Köydeki evin küçük bahçesinde oyalanırdım. Tavuklarım vardı. Onları yemler, yumurtalarını yerdim. Camiye gider namazımı kılardım. Cemaatten biri:
“Yasin amca namazlarını evde kılsan daha iyi olur. Evin uzak. Yoruluyorsun.” dedi. Beni seven, düşünen biri olmayınca ilgisinden kuşkulandım. Kafama taktım. Sorup soruşturdum ki üzerim idrar kokuyormuş da ondan ona öyle dedirmişler. İnsan kendi kokusunu hissetmiyor. Camiye gitmez oldum. Baktım hep abdestsiz namaz kılıyormuşum.”
Torunum banktan indi ve koşarak uzaklaştı. Böylece adamla konuşmaya devam etme olanağımı elimden aldı. Adamla vedalaşıp yanından ayrıldım.
Bursalı biri yaşlı insanlar için yazmış;
“Birçoğunun eşi ölmüştür. Tek başına yemeğini yapacak, çayını demleyecek durumda değildir.
Dermansız, çaresiz, mahzundur…
Yemeğini üzerine döker, takma dişi ağzından çıkar, dişi gıcırdar, burnu akar, idrarını kaçırır, istemeden her şey olur.
Gelininin ya da damadının yanına sığınmıştır; damadın, gelinin, oğlunun, kızının, torunların küçük bir sözü gücüne gider; üzülür, gözleri dolar, yutkunur, içine atar acısını, çaresizliğini…
“Allah’ım beni niye görmüyorsun? Benim de canımı al” der. Canının alınmasını Allah’tan istemek, yalvarmak duaların en son noktası değil midir?
“Yavrum canım sıkıldı. Dışarı çıkayım” der ve çıkar. O dışarı çıkış yanan yüreğine soğuk su gibi gelir…
Gündüzleri camidir, kahvehanedir, parklardır onların sığınacağı, ısınacağı yerler.
Emeklilik maaşı olan bir nebze iyidir ötekilerden. Gelininin, damadının ihtiyacı da varsa, maaş hatırına ilgilenirler yine. Ya yoksa? Yeryüzünün en sevimsizi, en istenmeyeni olur…
Gençler; varacağınız yer İhtiyarlık Durağıdır. Aman ha, parkta oturan yaşlıya, otobüsteki yaşlıya siz siz olun yer verin, eleştirmeyin! O yaşlara gelecek sizler de sınanacaksınız!
Tanıdığınız yaşlı varsa bir selam verin, sohbet edin, durumunuza göre bir çay, bir çorba ikram edin.
Son sözüm yöneticilere;
Soğukta, maaşı yetmeyen, iki çayın hesabını yapmak zorunda olan, lokantada bir tas çorba içemeyen, soğukta parklarda oturan, yüreği yanan yaşlıların ahını, yürek yangınını siz de görün lütfen!
ahmet.kocak16@hotmail.com
EtiketlerManşet
Ayrıca bakın
BELEDİYE KAR’DA İŞ BAŞINDA
Sarıkaya’da etkili olan kar yağışıyla birlikte karla mücadele çalışmalarını aralıksız olarak sürdüren Sarıkaya Belediyesi karla …