Hastabakıcı ve genç doktorlar çarşaftan tutarak beni ameliyat masasına koydular. Ağlayımsı bir yüz ifadesi ile: “Cengiz Bey’i göremedim. O ameliyat etmeyecek mi beni?” diye sordum. “Biz ameliyat edeceğiz. Cengiz Bey yok.” Dedi biri. “Cengiz Bey yok!” Cengiz Bey yok!” sözü birkaç kez kulağımda yankılandı. Fonda hareketli bir türkü çalıyordu ve benim durumuma uymuyordu. Burada Betofın’ın 5. Senfonisi; “ta ta ta taa!” diye çalmalıydı. İhanete uğramış hissettim kendimi. Doktorlar çok gençti ve belki de ilk beni ameliyat edip mesleklerini öğreneceklerdi. Güzel! Öğrensinler de, niye ben? Serde eğitimci olmak var da kendi canı pahasına da eğitim olmaz ki canım?…
Biri müziğe el çırpıp eşlik ederek üzerimi açtı. Yaşadıklarım karşısında güvenim sarsıldığından olsa gerek, “Doktor Beyler, bakın benim fıtığım burada” diyerek sağ kasığıma yakın bölgeyi gösterdim. “Biz dosyandan neresi olduğunu görürüz” dedi biri. (İyi bari bana ait bir dosya açmışlar) Diyafram hizama bir perde gerip ameliyat bölgemi görmeme engel oldular. Diğeri: “Yan dön” deyip kuyruk sokumuma bir iğne batırdı, iğne ile gezerek doğru yeri aradı, buldu, iğneyi yaptı ve çıkardı. “ Sen nerelisin?” Dedi biri. Yozgatlı olduğumu söyleyince diğeri: “Öyle mi? Ben de Yozgatlıyım. Akdağmadeni’ni bilir misin? Oralıyım.” Bilirim de bende akıl mı kaldı ki? Beni konuşturup bayılmamı bekliyorlar herhalde. Belki de Yozgatlıyım diyerek ‘hemşerim beni ameliyat edecek’ merak etmeyeyim, güçlü hissedeyim’ diye söylediğini düşündüm.
Sandım ki; göğsüme kablolar bağlayacaklar, bağladıkları kablolardan karşıdaki ekrandan kalp atışlarım, nabzım gözükecek, boğazıma hortumlar sokacaklar, ağzımdan da anestezi uzmanı narkoz verecek, büyük bir ciddiyet içinde ameliyatım başlayacak, ameliyatı yapan doktor terleyecek, hemşire hanım terini silecek… Hiç de öyle olmadı. Birazdan ameliyata başlayacaklar ve ortada hiç bir alet edevat yok. Çok sade bir ortam var. Bu durumu da bana önem vermedikleri şeklinde algıladım. Moralman çöküntü, ruhen teslim oluş halindeydim.
Belden aşağı bölgemin uyuşmuş olup olmadığını anlamak için bacağımı çimdikledi biri, ”hissediyor musun?” Diye sordu. Bir şey hissetmediğimi söyledim. “Hissediyorum” deyip ameliyatı biraz daha geciktirmediğime pişman oldum. Her zaman doğru söylemeye alıştığımdan burada da doğruyu söyledim.
Ameliyata başladılar. Gözlerime otuz santim uzaklıkta derimi kesip, karın zarıma ulaşıp, sonra yırtık yeri dikerek kapatacaklarını tahmin ederek; beden benden başkasınınmış gibi hissederek bekledim. “Şu perdeyi açın da ben de göreyim.” Dedim. Meşgul doktorun biri; “Olmaz, kan görür bayılırsın.” Dedi. Neyyy! Kan mı varr?
Kesmeye biçmeye devam ettiler. Biri bana beddua etti, “Dilerim gözünden otuz santim uzakta karnını deşsinler de bir şey yapamadan bekle inşallah!” demiş gibi bir durum yaşıyordum. “Karnımda makas falan unutursanız söyleyeyim diye bakmak istiyorum.” Dememe güldüler. “Çok mu Türk filmi izliyorsun amca” dedi hemşerim olan. İki yanımda iki doktor; gözleri benim karın bölgemde eğliyorlar kalkıyorlar alet alıp bırakıyorlar… Böyle kaç dakika geçti bilmiyorum sonunda yukarı kalkan ellerinde iğne görünce dikmeye başladıklarını anladım. Radyoda oyun havası çalıyordu. Müziğe dayanamayan doktorun biri ameliyatı bırakıp üzerinde benim kanım olan eldivenli eliyle başladı oynamaya. Bu duruma içerlesem de bir şey demedim. Diyemezdim zira canımı onlara teslim etmiştim geçici bir süre. Bendeki üzüntüye, endişeye bak adamlardaki neşeye bak!..
Diğer doktor, ameliyattan sonra ortalığı toplarken radyodan Emel Taşçıoğlu Hastane Önünde İncir Ağacı türküsünü söylemeye başladı. Allah yüzüme baktı da ameliyat başlarken çalmadı bu türkü. Dayanamaz başlardım hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Ameliyat bitene kadar beni hiç kimse susturamazdı. Düşünsenize; doktorlar hastayı ameliyat ederken hasta iki gözü iki çeşme ağlıyor. Hele de bu sahne filme alınsaydı seyirci hüngür hüngür ağlar, film gişe rekorları kırardı…
Bir gün hastanede yattım. Ertesi gün taburcu ettiler. Yürüyerek geldiğim hastaneden tekerlekli sandalye ile çıkıp, çağırdığım taksi ile eve döndüm. Aradan on yıl geçti. Fıtığımı unuttum ama yaşadıklarımı unutamadım, yazdım.
Büyük Atatürk: “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” demişti. Ben de kendimi Türk hekimlerine emanet etmiş, sağlığıma kavuşmuştum. Ne kadar teşekkür etsem azdır. Son iki yıldır Pandemi mücadelesinde canları pahasına çalışan doktor, hemşire, hastabakıcı, sekreter ve diğer sağlık emekçilerini saygıyla selamlıyorum. Hepsine teşekkür ediyorum. Bu mücadelede hayatını kaybeden yazımı yazdığım gün itibarıyla 501 sağlık personeli- sağlık emekçilerine Allah’tan rahmet diliyorum. ahmet.kocak16@hotmail.com
