Bursa, iki buçuk milyon nüfuslu, dördüncü büyük kentimiz. Tüm yaşayanların sık sık ziyaret ettikleri “heykel” denilen ; Ulucami, hanlar, Cumhuriyet Meydanı, Tophane, Setbaşı, Valilik, Cumhuriyet Caddesi, Kayhan … gibi yerleri barındıran uğrak yerinde illaki bir veya birkaç tanıdıkla karşılaşılır. Diğer büyük kentlerde durum nasıldır bilemem ama ben sık sık tanıdık bildiklerle Heykel’de karşılaşırım. Bursa, iki buçuk milyon nüfuslu, dördüncü büyük kentimiz. Tüm yaşayanların sık sık ziyaret ettikleri “heykel” denilen ; Ulucami, hanlar, Cumhuriyet Meydanı, Tophane, Setbaşı, Valilik, Cumhuriyet Caddesi, Kayhan … gibi yerleri barındıran uğrak yerinde illaki bir veya birkaç tanıdıkla karşılaşılır. Diğer büyük kentlerde durum nasıldır bilemem ama ben sık sık tanıdık bildiklerle Heykel’de karşılaşırım.Geçenlerde on yıl önceki okul müdürüm olan Hasan bey’le karşılaştım. Ayaküstü hoşbeşten sonra eskiye dayanan bir dostluğumuz olduğundan en yakın kafeye gittik. Çok iyi, liyakatli bir okul müdürü idi. Mesai arkadaşlığı dışında da birlikte pikniklere giderdik. Hitabeti çok düzgündü. Mikrofonu eline adlı mı öttürür, öğrencilere anlattıklarını biz bile can kulağı ile dinlerdik. Okulun maddi işlerini Okul Aile birliğine yaptırır, para pul işlerine karışmaz, onları denetlerdi. Emekliliği dolan müdürümüze; siyasete girmesini, kendisi gibi donanımlı, dürüst, erdemli insanlara siyasette gereksinim olduğunu söylerdik. Milli eğitim müdürlüğü için adı geçerken emekli oluverdi kırk yedi yaşında. Kafenin kuytu bir köşesine oturduk. Başladık sohbet etmeye. “Müdürüm siyasete girdiniz. Sizin bir başarınızı göremedim. Neler oldu? Bana da anlatın da iyi ise ben de emekli olup sizin yolunuzdan gideyim.” dedim. Tam da yarasına basmış olmalıyım ki: “Ah! Ahmet beyciğim! Nereden başlayım bilemedim. Keşke milli eğitim müdürlüğü teklifini değerlendirseydim. Böyle olacağını bilemedim. Size siyaseti tavsiye etmem. Siz de benim gibi; yalan bilmeyen, yağcılık etmeyen, dürüst bir öğretmenimdiniz. Beni en çok eleştirenlerden olduğunuz halde size hep saygı duyar, severdim. Hoş hala da severim. Neyse, altı yıl içinde yer aldığım siyaset sahnesinde başıma gelenleri anlatayım. Yine de siyasete gireceğim dersen sen bilirsin.” O konuşurken Hasan bey’i inceledim. Çok şık giyinirdi. Boynuna birbirinden güzel kravatlar, yan cebine mendiller takardı. Giyimine olan özenini yitirmişti. Yüzü canlı, gözleri çakmak çakmak, her daim güleçti. Bunlardan eser kalmamış, saldırıya uğramış da canını zor kurtarmış bir hali vardı.“ Hasan bey, anlatacaklarınızı can kulağı ile dinlemeyi çok isterim, buyurun.” dedim. Başladı anlatmaya:“ Sizin teşvikinizle emekli olunca bildiğin siyasi partiye üye oldum. Sık sık partiye gidiyor, diğer üyelerle tanışmaya çalışıyordum. Hiçbir aktiviteyi kaçırmıyor, görüş ve düşüncelerimi dile getiriyordum. Bir gidişimde eğitimden sorumlu başkan yardımcısı ile tanıştım. Öğretmen olduğumu duyunca çok memnun oldu.“Hocam biz eğitim komisyonu kurduk. Eğitimciler arıyor bulamıyorduk. Sizi Allah gönderdi. Kabul ederseniz sizi de yazmak isterim,” dedi, kabul ettim. Biraz sonra mahalle üyeleri ile başkan toplantı yaptı. Toplantı sırasında söz alan bir üye; “başkanım, az önce çok talihsiz bir olaya tanık oldum. Eğitimden sorumlu yöneticiniz birini eğitim komisyonuna yazdı. Böyle şey olur mu? Siz yoldan gelen geçeni komisyonlara mı yazıyorsunuz? Biz niye toplandık. Bu toplantıda oylama yapar, kendimiz seçerdik. Yönetiminizi kınıyor ve protesto ediyorum.” deyince bir şeyden haberi olmayan başkan ne diyeceğini bilemedi. Ben söz istedim. Denize düşen yılana sarılır misali pek az tanıdığı bana söz verdi. “Sayın başkan; o olaydaki yoldan geçen kişi benim…” diyerek olayı anlattım. Komisyondan istifa ettiğimi söyledim. Hitabetimi gören başkan bu göreve devam etmemi rica etti. İstifamı geri aldım.Siyasi partilere çöreklenmiş kodamanlar yeni gelenleri göz ucuyla izler; laf vurmak, küçük düşürmek, madara etmek için fırsat kollarlar. Sade üye olarak sürdürürseniz az darbe alırsınız. Eğer iyi bir yere aday olursanız; iftiralara, karalamalara, hakaretlere açık hale gelirsiniz. Ben de ilçe belediye başkanlığına aday adaylığımı bir basın açıklamasıyla duyurdum. Başladım çalışmaya. Bu iş için para lazım. Bankada bu günler için tuttuğum emekli ikramiyem bir ay içinde suyunu çekti. Kirada bir dairem vardı. Emlakçinin biri ister dururdu. Müşterisi hazır dairemi emlakçiye ucuzca sattım. Bir büro tuttum. Bir partiliyi başına geçirdim. Gelen misafirlere benden çay dağıtıyor. Etrafımda dönüşümlü dolaşan partililer var. Çok çalışıyor ve çok yoruluyordum. Simitle, çorba ile geçiştirilecek gibi değildi. İyi beslenmem lazım. Etli yemekler yemem lazım. Kendime hangi yemeği söylersem etrafımdakilere de aynısını söylemek lazım. Onlara da ısmarlıyordum. Onlar da çalışıyorlar(?). Aç ayı oynamaz. Bu masrafa para mı dayanır? Parti içinden çıkan diğer adaylarla bilek güreşimiz başladı. Para bol, etrafımda paramı yiyecek eleman da bol olunca para kar gibi eridi. Öyle ya suya giren ıslanır. Kesenin ağzını açmazsak başkanlık tehlikeye girer. Allahtan ön seçim süreci uzun sürmedi. Uzun olsaydı borçlanmaya başlayacaktım. Rakip adaylar çekirdekten yetişme olduğundan benim kadar yıpranmıyorlardı. Hakkımda söylenenleri duydukça moralim bozuluyor, uykularım kaçıyordu. Diğer adaylar öyle miydi? Yüzlerine tükürülse, “yarabbi çok şükür!” diyor, yollarına devam ediyorlardı. Ben centilmence savaşırken rakiplerim bel altı vurmaya devam ediyorlar; ne hırsızlığım, ne rüşvetçiliğim, ne tecavüzcülüğüm, ne liyakatsizliğim, ne tahsilsizliğim kalıyordu. İlkokulu dışarıdan bitirdiğimi bile söylüyorlar, inanalar çıkıyordu. “Hocam rakibiniz sizin ilkokulu dışarıdan bitirdiğiniz söylüyor(hem hocam diyor!) yoksa siz ilkokul mezunu musunuz?” diye soran bile oluyordu. İsmet İnönü’ye asker kaçağı deyip de inandırdıkları gibi. Ne ağzı bozukluğum, ne şerefsizliğim kaldı. Yediğim darbeleri göğüslemeye çalışırken gece gündüz uyku uyuyamaz oldum. Etrafımdaki yağcı, yiyici tayfası birbirlerini şikayet etmeye başladılar. Falanca hem benimle, hem diğer adaylarla çalışıyormuş, elimi avucumu yiyormuş şerefsiz falan diye birbirleriyle rekabet halinde elimi avucumu hep birlikte yemeye devam ediyorlardı. Eee! Hamama giren terlermiş derler biz de terleme aşamasındayız. Katlanacağız, görmezden geleceğiz çaresiz…
