Sarıkaya’ya her gidişimde Roma hamamı kalıntılarının karşısındaki çay ocağından bir çay söyler, iki bin yıl önceden gelen tarihi kalıntıları incelerim.İlçemizin tarihini yansıttığı gibi benim küçük tarihimi de yansıtır.Öğrenciyken Baran Caddesi’ndeki şimdi yıkılmış olan- bizim dükkanın arkasında kapısı tarihi hamamlara bakan odada kalırdım. Çocukluğumda annemle gidip yıkandığım eski hamamlar yıkılıp yeni kaplıcalar yapılmış, tarihi taş duvarın güney batısına dört beş çeşme konulmuştu. Oluklardan sıcak su devamlı akar, çeşmelerin şırıltılarını dinleyerek uyurdum. Sabahleyin çaydanlığımı elime, havlumu da omzuma atar, elimi yüzümü sıcak suyla yıkardım. Çaydanlığımı da doldurur tüpten tasarruf ederdim.
Kazı yapılmış, tarihi kalıntıları bir kısmı açığa çıkarılmış harabelere bakarken çayımdan bir yudum alıp bir de sigara yaktım. Daldım gittim…
Beyaz mermerden yapılmış geniş havuza bakarken sarı saçlı, mavi gözlü, mermer gibi bembeyaz vücudu ile yüzen bir kız gördüm. Bu; iki bin yıl önce yaşamış, hemşerim kral kızı Öper’di.Yanında ona eşlik eden nedimeleri de güzellikte prensesle yarışıyorlardı. Prenses yüzerken, arkasını dönmüş tam teçhizatlı Roma askerleri bekliyor, halkın kral kızını görmelerine engel oluyorlardı.
Yanıma Öper sakinlerinden biri geldi. Bir şey sormadan kendiliğinden bir şeyler anlatan insanlardan biri olmalıydı. Başladı anlatmaya: “Ben bu hamamın yapılışını dün gibi anımsıyorum. Bu havuzda yüzen dünyalar güzeli kız, Kayseri’de kalan Roma kralının küçük kızıdır. Bu güzel kent, adını Öper adındaki bu prensesten alır. Hoperi (Basilica Therma) diyenler de vardır bu kente.
Bu gördüğün kızcağız bacaklarından rahatsızmış. Saraydan dışarı çıkamaz hale geldiğinden Kayseri Kalesi’ndeki sarayda çok sıkıldığını söylermiş. Babası ise:“Ben bir kralım ama kızımın bu hastalığına bir çare bulamadım” der, dizlerini döver dururmuş. Büyük kızını Hattuşa valisine vermiş ama Öper’iyi yaşı gelmesine rağmen evlendirememiş. Ortanca kızını da Mısır kralına vermiş. O sayede bir birleriyle barış halinde yaşamaya başlamışlar.Roma kralı:“Ah kadersiz kızım! Seni firavunun küçük kardeşine vermek istedim. Hatta damada duyurdum ama oralı olmadı. Gerçi, Koca Mısır prensi sakat kızı ne etsin? Ablası bir eli yağda bir eli balda, Kahire’de, Nil Deltası’nda yetişen yiyeceklerle beslenip mutlu yaşıyor. Damat, kızım öldüğünde cesedini mumyalatıp adına bir piramit yaptıracağına söz vermiş. Öper’imin bir mumyası, bir piramidi olamayacak. Kader işte! Yavrum mumyalara ve piramitlere layık güzellikteydi” der, çok üzülürmüş. Bir gün Öper: “Baba, beni Hattuşa’ya ablamın yanına götürsen hem gezer, hem ablamı görürüm” demiş. Kral hemen emir vermiş hazırlıklar yapılmış. Sabah erkenden yola çıkmışlar. İkindiye doğru kafile bu bölgeye gelmiş.Burası su kenarlarında söğüt , kavak ve sazlıklarla dolu yeşillik ıssız bir yermiş. Öper, berrak dereyi görünce dereye girmek istemiş. Bacaklarında his kaybolan Öper, dereye girmiş nedimelerinin kollarında yeni yürümeye başlayan bebekler gibi yürümüş. İlerde başka bir dere ile birleştiği yere gelmişler. Kız öbür dereden gelen suda bir müddet durup dinlenmiş. Bu dinlenme sırasında suyun sıcak olduğunu hissedip sormuş: “Bu su sıcak mı?” “Evet su sıcak prensesim” diyen nedimeler etrafı sazlıklarla kapalı suya oturtmuşlar Kral kızını. Kızcağız da etraftaki siyah çamurlarla bacaklarını kapatıp oyalanmış bir süre. Bacaklarına yavaş yavaş can gelmeye başladığını anlayan Öper, çok sevinmiş burada kalmaya karar vermiş. Bu durumu duyan kral, hemen yakınlarda kalabilecekleri bir köy olup olmadığını araştırmaya göndermiş askerlerini. En yakında (şimdiki Ilısu’ya giden yolun solunda) bir köy bulmuşlar. Yüz hanelik, Opeli adındaki köyde köy muhtarının büyük bir konağı varmış.Diğer evler küçük, kerpiçten yapılıymış. O gece muhtarın konağına konuk olmuşlar.Bir kaç gün sıcak suya giren Öper’de gittikçe iyileşme olunca kral, işçi köleleri ve mimarları derhal çağırtmış ve buraya kızı için geniş havuzlu bir hamam yapmalarını emretmiş. Beş yüz kişilik köle işçiler kırbaçlanarak çalıştırılmaya başlanmışlar. Kadın köleler yemek hazırlıyor, mimarlar, ustalar ve köleler hummalı bir çalışmaya girişmişler. Havuz bitene kadar Hattuşa valisi damadının evinde konuk olmuş Öper ve babası.
Bir eşi İngiltere’de olan; on kemerli, üzerinde öküz başları ve yılan figürleri olan bu muhteşem duvarı yapmışlar. İnşaat bittiğinde damadının ortanca kızına başlık karşılığı verdiği siyahi kölelerden yarısı yaşamını yitirmiş. Kral: “Tek kızım iyileşsin de bin köle kurban olsun. Damat, beş yüz köle daha gönderir,” demiş
Ağrıları artan Öper Hattuşa’dan gelip havuza girmeye başlamış. Prenses için bir saray yapılmış. Kral, kızı için devlet işlerini ihmal edince buranın valiliğine günden güne iyileşen Öper’i tayin etmiş, Kayseri’deki sarayına gitmiş.
Havuz suyunun şifalı olduğunu duyanlar buraya akın etmişler.Kısa sürede bir köy, ardından kasaba derken seksen bin nüfuslu bir kent oluşmuş.
Bu gördüğün büyük havuz prensese ait ve ondan başka kimsenin girmesine izin verilmez. Sağlığına kavuşan Öper akıllı bir kızdır. Halkın ilgisini görünce tarihi duvarın doğusuna; biri kadınlara, diğeri erkeklere olmak üzere iki küçük havuz daha yaptırdı. Bir şinik (sekiz kilo) buğday, bir ölçek pekmez, bir şişe şarap gibi ücret karşılığı halk da faydalanmaya başladı bu şifalı sulardan. Babasına yük olmadan kendi kendine yeten bir kente dönüştürdü Hoperi’yi.
Buraya ilk taşınanlar Opeli köylüleri oldu. Hamamda çalışmaya başladılar. Zama içinde köydeki evleri yıkıldı, yok oldu. Bir tek muhtarın taş evi küçük bir höyük halinde kaldı.
Öper’inin düzeldiğini duyan Mısır firavunu, kardeşi küçük firavunu da yanına alıp kayın pederini ziyarete gelmiş. Öper’inin güzelliğini, iyileştiğin gören küçük firavun kızı beğenmiş, istemiş. Babası kararı kızına bırakmış. Çok kırgın olan Öper; “Geçti borun pazarı sür eşeğin Niğde’ye. Beni zamanında beğenmeyen adamı ben hiç beğenmem.” diyerek reddetmiş. “Öper bak, sana öldüğünde mumya ve en büyüğünden bir piramit yaptırırım,”dese de “Senin mumyan da, piramidin de batsın! İstemem.” diyen Öper’i ikna edememiş, boynu bükük Mısır’a dönmüş.”
Bana bunları anlatan adam birden yanımdan kaçtı. Meğer; havuzda yüzen Öper’e baktığını gören askerler adama doğru geliyorlarmış da ondan kaçmış. Adamı yakaladılar.İdam kütüğüne kafasını yerleştirip bir kılıç darbesi ile başını gövdesinden ayırdılar. “Yargısız infaz yapmayın!” diye bağırdım. Duyan olmadı.Kılıçları iki bin yıl sonraya uzanamasa da bu vahşeti görünce çok korktum. Bir süre sonra kendime geldim. Öper’i iki bin yıl sonrasından izlemeye devam ettim.
Biri omzumdan itti. Roma askeri sandım panikle sıçradım. Adam gözüme Roma askeri gibi gözüktü. Elinde kılıç varmış da bana hamle yapıyormuş gibiydi. Bir süre sonra adamın birkaç kez söylediğini tahmin ettiğim; “Abi çok dalgınsın. Bir çay daha vereyim mi?” dediğini duyunca aklım başıma geldi. Öyle ya; burası söğüt gölgesi değil, sahil kahvesiydi. Bedavadan oturup hayallere dalınır mıydı?…
Ahmet.kocak16@hotmail.com